Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İslam Hukuku Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hadi Sağlam, Mekke ve Medine’de Vahyin pratiğe yansımaları, yasal ve anayasal ilkeleri konusundaki yazısı.
VAHİY PROJESİNİN PRATİK UYGULANIŞI
Müslümanların Kitabı Kur’an’dır. Peygamberi Hz. Muhammed (sav) dir. Biz, bu aslî kaynaklara dayanarak şu soruların cevabını arayacağız. Kur’an ve Hz. Muhammed (sav) sosyal düzen alanında bize neyi önerdi ve neyi öğretti? Bu bağlamda naslar sosyal düzen alanında ne tür çağrılar yaptı? Allah (cc), insanoğluna yeryüzünde daha çok itikadın tefessüh ettiği dönemlerde yeryüzüne doğrudan ve dolaylı olarak müdahalelerde bulunmuştur. Bir hidayet kaynağı olarak Kur’an aracılığı ile insanlığı sırat-ı müstakim yoluna çıkarmayı murat eylemiştir. Bunun içinde öncelikle ilkesel bazda insana öğütler vermiştir. Öyle ki Allah, (c.c) 13 yıl süren Mekke döneminde insanın kafa yapısını, itikadını düzeltmeye yönelik ilkeler ortaya koymuştur. Önce ahlak ve maneviyat projesinin temelleri atılmıştır. Bugün hemen her kurum da önce ilke ve esasları belirlemesine işaret edilmiştir. Önce ilke olarak doğrunun tespiti, rotanın belirlenmesinden sonra pratiğe geçilmiştir. Mekke’de öncelikle sosyal düzenin ilkesel temelleri atılmış olduğunu görüyoruz. Kur’an’ın getirdiği bu yeni projeler, insanlığın aklını adeta hizaya getirerek öncelikle ilkesel bir terazi kurulmasını sağlamıştır.
Bilindiği gibi hayatta bütün Peygamberlerin ve insanların, iki türlü mücadelesi vardır. Biri “cehaletle mücadele” diğeri ise “hukuk mücadelesidir”. Bu iki mücadele insanı, insan yapan yaşam ve onur mücadelesidir. İnsanca yaşama mücadelesidir. Bu mücadelelerin ana ilkeleri bulunmaktadır. Bu ilkeler insanlığın temel ve genel ilkeleridir. Bu ilkeler, insanlığın anayasal ilkeleridir. Bu ilkelerin ihmali ve ihlali, anayasal ihmal ve ihlal sayılır. İnanç dünyasında anayasal ihlal ve ihmal bulunan bir insan, küfre kilit açmış, şeytana selam vermiş demektir.
Hiç kuşkusuz sosyal düzen alanındaki proje, vahiy ve akıl gibi iki temel bilgi kaynağı esas alınarak yapılmıştır. Nasıl ki, insanlığın hayatı sudan oluşuyorsa, yani hayat kaynağımız H2O ise manevi dünyamızın temeli de H2O dur. Yani Kur’an ve Sünnet ile Akıl gibi araçlar kullanılarak gerçek saadeti yakalama mücadelesi verilmiştir. Vahiy ve Akıl birlikteliği adeta iki kanatlı kuş gibi insanlığı huzur ve saadete çıkaracağı kuşkusuzdur. Anahtar cümleleri öncelikle vermek istedim.
MEKKE’DE YERLEŞTİRİLMEYE ÇALIŞILAN ANAYASAL İLKELER
ÖZGÜRLÜK PROJESİ
İnanç özgürlüğü meselesi tarih boyunca toplumları meşgul etmiştir. Tarih boyunca özgürlük ve kölelik devam etmektedir. Özgürlük deyince hemen her alanda onurlu yaşama kastedilmektedir. Bu bağlamda İslam, bir olan Allaha kulluk en büyük özgürlüktür. İslam toplumlarına sevgi kültürümü yoksa korku kültürü mü hâkim olmalıdır. İşte İslam, sevgi kültürünü hâkim kılmak için yola çıkmıştır. Sevgi toplumu oluşturmuştur. Korku kültüründen uzak durmuştur. İslam’ı korku kültürü olarak lanse etmek İslam kavramının dejenerasyona uğratma çabaları olsa gerektir.
TEVHİD PROJESİ
Tevhid, Müslümanlar için temel umdedir. Bir olmak, bütün olmak anlamına gelen tevhid, olabildiğince kapsamlı bir kavramdır. Kadın ile erkek, emek ile sermaye, zengin ile fakir, devlet ile vatandaş, işçi ile işveren, köle ile efendi arasında tevhid mücadelesi tarih boyunca ve halen devam etmektedir.
Sosyal düzen açısından tevhidin tahlili, Müslümanların “tehlikede iştirak nimette taksimat” projesidir. Bu manada tevhid, sosyal hayatta parçalara ayrılmadan vahdeti, bir bütün olmayı ifade eden bir kavramdır. Allah’ın emirlerine tereddütsüz uymak, emirleri yerine getirmede tek vücut olmak anlamını da ifade etmektedir. Bizim burada asıl vurgulamak istediğimiz Müslümanların bireysel ve sosyal sorumluluklarının tevhid ruhuyla yerine getirilmesidir. Bireylerin tevhid ruhu, Allah’ın emirlerini yerine getirmede bir vücut gibi topyekûn olmalarıdır. Bu manada mal ve canlar tevhid ilkesi ile tehlikelerden korunmuştur. Bu manada tevhid, sosyal yaşamda belirleyici bir ilkedir. Tek kelime ile özetlemek gerekirse nasların zımnında tevhid ruhunun hedeflediği toplum yapısının, tehlikede iştirak, nimette taksimat/bölüşüm olduğudur. Bu tevhidi ruhun amacının gerçekleştirilmesi için sosyal hayatta kardeşlik ilkesi esas alınmıştır
Tevhid projesi, yüreklerin aynı noktada attığı bu proje, bir olan Allah’a ve onun emirlerine kul olma projesidir. Bir olan Allah’a kulluk bir özgürlüktür. Kimin kime kulluk ettiği belli olmayan toplumlardan, bir olan Allah’ın emirlerine itaate çağrıldığı bir projedir. Bu genel ilkeler, erdemli değerler olup bunların ihlali ve ihmali insanları Allah’a kul olmaktan öte insanlara kul yapabilir. Bu ana ilkelerin ihmal ve ihlali, anayasal bir ihmal ve ihlal sayılır. Tevhid, kişiye sıkı sıkıya bağlı olan; vazgeçilemez, devredilemez ve hak edilemez, kişiye doğuştan verilen hakların korunmasıdır. Vahyin yeryüzünde intizamının temeli ise tevhittir. Tevhid İnsanın onurlu yaşama mücadelesidir. Tevhid ise kadın ile erkek arasında cins üstünlüğünün olmadığına, zengin ve fakir arasında hak üstünlüğünün olmadığına, emek ile sermaye arasında sömürü üstünlüğünün olmadığına, devlet ile vatandaş arasında güç üstünlüğünün olmadığına, ancak hakkın üstün olduğunun ilkesel ve pratik uygulama biçimidir. Doğrusu pratikte tevhid, devlet ile vatandaş, karı ile koca, kadın ile erkek, zengin ile fakir, emek ile sermaye, köle ile efendi arasında üstünlük olmadığına imana çağrıdır. Hemen her kutsal dinin anayasal kırmızı çizgisi olmuştur. Sosyal hayatta tevhid, asli ve anayasal bir rükün kabul edilmiştir.
Keza dünyada yaşanan İslami hayatın iman şehadetinin şartı, ikidir. Biri itikatta biri de ameldedir. İtikatta herkes kelime-i şehadeti getirmektedir. Allah’a ve Resulüne imandan sonra birlikte yaşamın asli ilkesi de pratikte tevhittir ki bu da “tehlikede iştirak, nimette taksimat" ilkesidir. Bu ilkeye iman etmeyen ve pratiğe yansıtmayan insanlar, hak mücadelesi veremezler. Kuranın birlikte yaşam projesinin aslı, tehlikede iştirak nimette taksimattır. Yöneten ve yönetilenlerle ilgili nasların emirlerinin ana esası bu ilkede yatmaktadır. Önce bu ilkeye iman edilmeli ve sonra pratiğe geçilmelidir. Aksi takdirde Şârî’in tevhid projesi ihmal edilmiş olacaktır. İslam dünyasının perişanlığı bu ilkenin ihmalinde yatmaktadır. Bu ilkeyi ihlal eden kişi ve toplumlar ancak ve ancak leş mücadelesi verirler. Bunun için Kur’an adeta önce zihinsel gusül abdesti veya zihinsel hicret ilkelerine imandan sonra, pratiğe geçmiştir. Bu tevhidi ilkenin ihmali ve ihlali, güvensizlik ve kardeşlik ilkesine isyanı getirmiştir. Vahiy projesine isyan, İslam toplumlarını sürünmeye mahkûm etmiştir. Bu ana asli tevhidi ilkeden sonra, Kur’an’ın yönetimle ilgili feri en önemli ilkeleri, özgürlük, adalet, liyakat ve şûra’dır.
ADÂLET PROJESİ
(Hukuk Önünde Eşitlik): Kur’ân’da yöneten ve yönetilenler arasında en önemli ilkelerden biri de adâlettir. Bu Kur’ân’ın anayasal bir ilkesidir. Üst norm niteliğindedir. Yöneten ve yönetilenler arasında birincil emirdir. Allah adâletle hükmetmeyi emreder. Bu ilkenin ihlali anayasal bir ihlaldir. Bu ilkeyi ihlal edenler her ne kadar dindar görünseler de ancak zulmederler. Adâlet, insanların sığınağı, mülkün temelidir. Adâlet, hükümlerde eşitliği ve dengeyi sağlar.
MÜLKİYET PROJESİ
İlkesel olarak Müslümanlar, mülkiyete bakış felsefelerini sorgulamaları gerekmektedir. Hemen her Müslümana mal kimindir? Diye sorulduğunda, sizlere vereceği cevap Allah’ındır olacaktır. Acaba doğru mu söylemektedir? Doğrudur; Mülk, Allah’ındır. Allah malı, emanet olarak vermiştir. Eğer Müslüman emanet olan malı kendinin zannediyorsa kıyamet kopmuştur zaten. O çok sevdiği malını istese de istemese de bir gün mutlaka terk edip gidecektir.
Mekke döneminde, Müslümanların kendilerine emanet olarak verilen malın mahiyeti ve tasarrufu hakkında bir ilke belirlenmiştir. Allah (cc) Müslümanın mülkiyete bakışını öncelikle ıslah ettikten sonra Müslümanların kardeş olduğunu ifade ederek adeta mülkiyeti ifade eden çakıl taşlarının kardeşlik çimentosu ile karıştırılıp tevhid suyu ile yoğrulup şekil verilmiş bir toplum oluşturulmasını murâd etmiştir. Böylece mülkiyet ve kardeşlik ilkeleri tevhid ruhuyla işlenerek sosyal düzen alanında mâlî fedakârlık yapılmasına zemin hazırlanmıştır. Bu meyanda tevhid ile ilgili bir çıkarımda bulunacak olursak, tevhid, her türlü maldan ve mülkten hâsılı her şeyden Allah için vazgeçmeyi onun uğrunda harcamayı gerektiren bir ibadettir.
İNFAK PROJESİ
Mekke döneminde öncelikle infak kavramı ile ilkesel bir zihniyet yapısı oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu infak bir tür zorunlu veya ihtiyarı günümüzdeki sosyal güvenlik kavramını ihtiva eder konumdadır. İnsanlar gerek bireysel olarak kendilerini gerekse toplumun bir üyesi olarak koruma ve güvence altına girmeleri toplumsal hayatın olmazsa olmaz ilkesidir. Toplumsal bir hayat yaşamak sosyal güvenliğin en önemli öznesidir. Bunun için Mekke’de varlıklı olan veya olmayanın infak etmesinin gerekliliği ilkesi ashap içerisinde yerleştirilmiştir.
Bu gibi örneklendirmelerden mütevellit, Mekke’de ilkesel olarak Müslüman’ın inanç yapısı, mala ve insana bakışı düzeltildi. Kamu ve insan hakkı boyutuyla ilkesel bir düzenleme yapıldı. Bütün bu düzenlemeler Müslümanların tehlikelere karşı birlikte iştirak, nimetlere karşı da taksimat yani paylaşım projesinin temelleri atıldı. Medine döneminde de bu ilkeler doğrultusunda pratiğe geçildi.
MEDİNE’DE VAHİY PROJELERİNİN PRATİĞE SOKULMASI
MEDİNE TEK DEVLET ANLAYIŞI
Peygamberimiz Medine’ye vardığında ilk önce tek devlet anlayışını hâkim kılmıştır. Keza her devletin bir anayasası ve vatandaşlığı bulunmaktadır. Öyle ki Medine Devleti (Birlikte Yaşam Projesi ) Kur’an’da, (كَآفَّةًالسِّلْمِفِيادْخُلُواْآمَنُواْالَّذِينَأَيُّهَايَا) “Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe girin” buyurulmuştur. (Bakara 2/208) Medine Anayasası (Toplumsal Sözleşme)bir devlet kurmanın en önemli ön şartı, toplumsal sözleşme olan anayasadır.
MEDİNE ANAYASASI
Peygamberimiz(sav), Medine’de öncelikle Mekke ve Medine’de var olan Cahiliyet örf ve adeti olan “Âkile Sistemini” revize etmiştir. Medine sözleşmesinin 3 - 13 maddelerine bakıldığında görüleceği üzere her kabile ve akrabalar kendi aralarında birbirinin âkilesini yaparak sosyal güvenliğin temellerini atmıştır. Farklı bölgelerden gelenleri ise ayrı bir çatı altında toplayarak onları da bu sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınmıştır. Peygamber (sav)’in öncelikle sosyal güvenliği bir devlet görevi olduğunu bireye anayasal bir talep hakkı doğuran uygulamayı başlatmıştır. Bu da bize sosyal güvenliğin bir insan hakkı ve bir devlet görevi olduğunun göstergesidir.
Sosyal Güvenlik araçlarından biri olan âkile, bireylerin tek başına üstesinden kalkamayacağı rizikolara karşı topluca bir tedbir ameliyesi olarak görülmüştür. Günün şartlarında daha çok savaşta esir düşenler için “fidye” veya hataen öldürme durumunda mağdurun taraflarına ödenecek olan “diyet” veya müessir fiillere karşı ödenecek olan “erş” adındaki tazminatlar bireylerin tek başına üstesinden kalkamayacak ağır bir yükümlülük getiriyordu. İşte insanları ihtiyaçlarının esaretinden kurtarmak için geliştirilen bu yöntem insanlık için projenin pratiğe yansıması mahiyetindedir.
İnsanoğlunun yaşamı yüzde elli rizikoyla karşı karşıyadır. İnsanın başına her zaman tabi ve sosyal nitelikli bir riziko gelebilir. Bunun için hem bireysel hem de toplumsal güvence sağlanması böylece insanın ve toplumun sürekliliği ve huzuru temin edilmesi zorunluluktur. Bunun için sosyal güvenliğin ilk dönem âkile sisteminin Medine Sözleşmesi ile anayasal güvence altına alınması, İslâm dininin de en önemli projelerinden biridir. Nitekim Allah (cc), “Ey iman edenler…! Topluca barışa ve huzura girin..” buyuruyor. Sosyal güvenlik topluca huzura ve barışa girmenin adıdır.
KARDEŞLİK PROJESİ
Sosyal hayatımızın odak noktasını kardeşlik ilkesi teşkil etmektedir. Dünya nasıl odak noktası etrafında dönüyorsa, insanlıkta bir daire gibi üzerindeki her noktanın merkeze uzaklığı eşit kabul edilerek kardeşlik odak noktası üzerinde dönen bir yapıya sahiptir. Medine’de kardeşlik ilkesinin pratiğe dönüştürülmesine bakıldığında Yesribi, Medine yapan bir anlayışın temellerinin atıldığını görüyoruz. Aşkın değerler uğruna canlarını ve mallarını feda edebilecek bir sıratı- müstakim yürüyüşü sergileyen Medeniyet yolcuları dünyadaki asli görevlerini ifa bilincini icraata sokmuşlardır. Tabiri caizse bir ve bütün olan Ensar, iki dönüm yeri olan bir dönümünü, iki dairesi olan bir dairesini, iki odası olan bir odasını din kardeşine vererek onları kendilerine tercih etmişler; aşkın değerler uğruna fedakâr bir toplum yapısı inşa etmişlerdir. Öyle ki, Medine toplumunda kan bağının yerini din bağı almıştır. Bu anlayış İslâm Medeniyetinin kuruluşuna kadar üç yıl devam etmiştir. Böyle bir birlikteliğin önünde hiçbir gücün duramayacağı açıktır.
Açıkça Müslümanlar ortaya koydukları örnek davranışlarıyla ve evrensel ilkeleriyle dev bir yürüyüş sergilemişler ve insanlığı hidayet yoluna çıkarmayı başarmışlardır. Bugün de dünden örnek alınmalı ve Müslümanların içinde bulunduğu duruma karşı en az on yıllık bir din kardeşliği projesi üretilerek yeryüzündeki Müslümanların ve İnsanlığın kurtuluşuna tekrar bu projeyle adım atılmalıdır.
Maalesef bugün geldiğimiz yüzyılda Müslümanlar, ulvi gayeler uğrunda medeniyet ve hukuk mücadelesi vermeleri gerekirkenbalıklar gibi denizlerden dışarı vuran Müslüman kardeşlerinin durumuna seyirci kalan yığınlar görüntüsü vermektedirler. Günümüzdeki Bahusus, içerisindebulundukları nimetleri dahi bu gidişle bir zaman sonra kaybedecek olan bu Müslüman anlayışın derhal sorgulanıp, asli sosyal düzen projesi geliştirilmesi kaydıyla çözüm önerileri geliştirerek hayata ve insanlığa kurtuluş ve adalet sunması gerekmektedir. Günümüz Müslümanları, korumasız ve çaresiz sığınacak bir liman, kendini güvende hissedecek bir çare aramaktadır. Kimsesizler, çaresizler, mustazaflar ve muhtaçlar bu manada ilahi adaletin âdeta tezahürünü beklemektedirler. Bu manada mesul olanlar nassların öğütlerine kulak vermelidirler
EMANETİ EHLİNE VERMEK PROJESİ
Devlet Görevlerinin Taksiminde Liyakat, Tecrübe, Kur’ân’da yöneten ve yönetilenler arasında en önemli ilkelerden biri de emânetlerin ehline verilmesidir.( Nisâ, 4/58) Bu Kur’ân’ın anayasal bir ilkesidir. Üst norm niteliğindedir. Yöneten ve yönetileler arasında ikincil ve kapsamlı bir emirdir. Allah emanetleri ehline vermeyi emreder. Bu ilkenin ihlali anayasal bir ihlaldir. İşin ehline verilmesi farzdır.*إِنَّاللَّهَيَأْمُرُكُمْأَنْتُؤَدُّواالْأَمَانَاتِإِلَىأَهْلِهَا* İşi bilen müşrikte olsa iş ehline verilecektir. Bizden olana, bizim gibi inanana değil işi biline verilir. Herkes hukukun önünde onurludur. Namazı terk bireysel bir depremdir. Liyakati terk toplumsal bir depremdir. Bu ilkeyi ihlal edenler her ne kadar dindar görünseler de ancak devlete ve millete hıyanetlik ederler.
Bir örnek verirsek; Mekke'nin Fethinden önce Kâbe'nin anahtarı Osman b. Talha'daydı. Kendisi Kâbe'nin bakımını yapardı. Peygamber (sav), Mekke’ye girince Kâbe’de iki rekât namaz kılmak istedi. Osman b. Talha buna izin vermedi. Hz. Ali anahtarı ondan zorla aldı. Kâbe’nin içine girdiler ve namaz kılıp çıktılar. Henüz Osman b. Talha Müslüman değildi, müşrikti. Peygamberimizin (sav) amcası Hz. Abbas, Kâbe’nin anahtarının kendisine verilmesini istedi. Peygamberimiz (sav) de anahtarı amcasına verince, “Allah (cc), size emanetleri ehline vermenizi emreder” ayeti nazil oldu. Bunun üzerine Peygamberimiz (sav) anahtarı, Osman b. Talha'ya geri verdi. Peygamberimiz (sav) “Ey Osman! İşte Kâbe'nin anahtarı! Bu gün iyilik ve vefa günüdür. Sen cahiliye zamanında bu vazifeyi layıkıyla yaptın. İnanıyorum ki şimdi daha güzel bir şekilde yapacaksın” buyurdu ve anahtarı herkesin huzurunda ona teslim etti. Bu büyüklüğü gören Osman Bin Talha bu din olsa olsa hak dindir deyip Müslüman oldu. Bugün bize bakıp ta dine dönen olur mu? Osman b. Talha müşrik de olsa işin ehli olduğu için görev ona verilmiştir. Müslümanlar bugün, kendi kıyametlerini kendileri koparmışlardır. Müslümanların emanet kavramını iyi anladıkları ölçüde İslâm’ı da anlamış olacakları da açıktır. İnsanların, Allah ve kul haklarında emanete riayet etmesi esası önemli bir anayasal ilkedir. Peygamberimiz (sav), emaneti ehline vermeyi ciddi bir sorumluluk, millete ve devlete sadakat ölçüsü saymış, toplumsal barış ve huzur için en önemli bir ilke görmüştür.
MEDİNE’DE MÜLKİYET ANLAYIŞININ PRATİĞE YANSIMALARI
Sahabe anlatıyor: Yoksul düşmüştüm. Medine bahçelerinden bir bahçeye girdim. Karnımı doyurdum; biraz da evdekilere götüreyim diye bir miktar da terekeme almıştım. Bahçe sahibi beni yakaladı. Biraz tartakladıktan sonra Rasulullah (sav)’e getirdi. Benim halimi anlattı. Rasulullah (sav) durumu dinleyince şöyle buyurdu: “Açken doyurmadın cahilken eğitmedin” Bu hadis hemen her Müslümanın önemli bir ilkesi olsa gerektir. Açlık deyince biz genellikle biyolojik açlığı anlarız. Ancak bu kavramın bunun ötesinde bir anlam taşıdığının farkına varmalıyız. Bugün açlık sadece biyolojik değil bilakis fizyolojik açlığın önemi daha da artmıştır. Bu alanda ciddi projeler üretilmesi kaçınılmazdır.
Sahabe anlatıyor. Rasulullah (sav)’le gazveye çıkmıştık. Rasulullah (sav) buyurdular ki, yanında fazla yiyeceği olan kardeşine versin. Fazla giyeceği olan kardeşine versin. Fazla biniti olan kardeşine versin. İşi o kadar ileri götürdü ki biz daha sonra sahabeler bir araya gelip toplandık ve şöyle bir karara vardık. “Dünyada bize yetenin dışındakilerinin bizim olmadığına hükmettik” Sosyal güvenliğin boyutlarını düşündürmesi açısından oldukça manidar bir söylem olduğu herkesçe malumdur.
Yine Sahabeden biri anlatıyor. Bir gün devemi salmıştım. Öylesine tevekkül ediyordum. Allah Rasülü (sav), deveni salarak tevekkül etme, “deveni bağlayarak tevekkül et” buyurdular. Sosyal güvenlik bir tedbir ameliyesi olarak bir öngörü olarak karşımıza çıkmaktadır. Problemler başa gelmeden alınacak tedbirlerin lazım geldiğinin en güzel örneğini bu uygulamada görüyoruz. Bu tedbirler, ilâhî takdire müdahale değildir. Ancak bu şekilde biz, bize yüklenen bir görev olarak tedbirimizi almakta ve takdiri sahibine bırakmaktayız.
ŞÛRÂ İLKESİ
(Seçilmiş Meclis, İstişare Kurulu, Yasama Yetkisi, Âkil İnsanlar Topluluğu) Kur’ân’da yöneten ve yönetilenler arasında en önemli yürürlük ilkelerinden biri de şûrâ’dır. Kur’ân’ın anayasal bir yönetim ilkesidir. Yöneten ve yönetileler arasında üst norm niteliğinde temel ilkedir. Bu ilkenin de ihlali anayasal bir ihlaldir. Bu ilkenin ihlali, zorba yönetim şeklidir. Yönetimin halka dayanarak halkın kendi kendisini yönetmesidir. Dini ve hukuki ittifaklar ve ihtilafların yürürlüğü nasıl sağlanacaktır. Bu yürürlük ancak yasanın niteliğine göre ya salt çoğunluk, nitelikli çoğunluk ya da ideal olan ittifakla alınan kararlarla sağlanabilir. Zira her çağa uygun kanun yapma ihtiyacı hissedilmiştir. Ehlisünnet Yöntemi (Şûrâ ile İcmâ Prensibi) bu anlamda en önemli yürürlük maddesidir.
Hz. Peygamber (sav) hayatta iken yönetim hukuku alanında sorunlar yaşanmamış ancak Peygamberin vefatından sonra ümmetin dağılmadan insanlığa örnek olması hangi yöntemlerle sağlanacaktır? Bir şeyin iyi veya kötü olduğuna kim ve nasıl karar verecektir? Peygamber gibi korunmuş, (masumiyet ve masuniyet olarak) günah ve suçu bulunmayan biri de gelmeyecektir. Bunun için naslar, nasıl doğru anlaşılacaktır? Kur’ân’da; (لِّتَكُونُواْشُهَدَاءعَلَىالنَّاسِوَيَكُونَالرَّسُولُعَلَيْكُمْشَهِيدًاجَعَلْنَاكُمْأُمَّةًوَسَطًا )“…sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi orta bir ümmet yaptık…” buyrulur. Keza naslar, Müslümanlara doğrudan veya dolaylı olarak (أُمَّةًوَسَطًا )“orta yolu” veya (وَأَمْرُهُمْشُورَىبَيْنَهُمْ ) “ortak aklı” önermiştir. Bu bağlamda Müslümanlar arasında nasların yorumlanması, toplumsal kabul görmesi ve yürürlüğe konulmasında esas; ehlisünnet yöntemi olan şûrâ ile icmâ anlayışı tam bu noktada önemli bir ilkedir. Âlimlerin yapmış olduğu içtihatlardan hangisi ortak akılla, sûrâ ile icmâ yöntemiyle yürürlük maddesi yapılırsa bu ümmet için bağlayıcı olur. İslam hukukunun en önemli yürürlük maddesi, ehlisünnet yöntemiyle, şûra ile icma ilkesinin doğru anlaşılmasında yatmaktadır.
PEYGAMBERİN VEFATI VE HZ. EBU BEKİR’İN İDARE HUKUKUNDA VAHYİN TEMEL MANEFESTOSU
Hz. Peygamberin (sav) vefatından sonra kısa süreli bir sarsıntı geçiren Müslümanlar, hemen toparlanıp Hz. Ebû Bekir’e “biat etmiş” ve onu “devlet başkanı / halife” seçmişlerdir. Öyle ki Hz. Ebû Bekir döneminde İslâm toplumu, “fikri ve siyasi” ihtilaflarla karşı karşıya kalmıştır. Halife, ortaya çıkan problemlerin çözümünde nasları temel almış, belirsizliğin giderilmesinde “şûrâ yöntemini” benimsemiş, toplumsal birlikteliği sağlamak için “irtidat” ve “isyan” olaylarına karşı mücadele etmiştir. Bu bağlamda, ilk halifenin “yönetim şekli”, izlediği “sosyal siyaset” ve hedeflediği “adalet”, İslâm idare hukuku açısından merak konusu olmuştur. İslâm idare hukukunda devlet başkanı atanmanın meşrûiyet kaynağını, ya doğrudan halkın biatı ya da dolaylı olarak halkın seçici kurulundan (Ehl’l Hal ve’l-Akd’den) alınacak yetki oluşturur. Böylece İslâm idare hukukunda, yöneten ve yönetilenler arasında yetki ve sorumluluk alanında bir denge kurulur. Müslümanların, biat aracılığıyla seçilmiş ilk devlet başkanı olarak Hz. Ebû Bekir’in, tarihe mal olan bu ilk konuşması, adeta onun insanlığa sunduğu bir ‘siyaset manifestosu’dur. İlk halifenin bu ilk hutbesi, İslâm idare hukuku açısından birey, toplum ve idarecilere ışık tutacağı kuşkusuzdur. Bu sebeple çalışmamızda, idareci olarak Hz. Ebû Bekir’in yapmış olduğu ilk konuşmasının, İslâm İdare Hukuku açısından değerlendirilmesi bize ışık tutacaktır.
خطبةأبوبكرالصديقعندتوليهالخالفةلمابويعأبوبكربالخالفةبعدبيعةالسقيفةتكلمأبوبكر،فحمدهللاوأثنىعليهثمقالأمابعدأيهاالناسفإنيقدوليتعليكمولستبخيركم،فإنأحسنتفأعينوني،وإنأسأتفقوموني،الصدقأمانة،والكذب " خيانة،والضعيففيكمقويعنديحتىأريحعليهحقهإنشاءهللا،والقوىفيكمضعيفحتىآخذالحقمنهإنشاءهللا،اليدعقومالجهادفيسبيلهللاإالضربهمهللابالذل،والتشيعالفاحشةفيقومقطإالعمهمهللابالبالء،أطيعونيماأطعتهللا "ورسوله،فإذاعصيتهللاورسولهفالطاعةليعليكم 11
Türkçesi: “Ey Nas! En hayırlınız olmadığım halde başınıza idareci olarak seçilmiş bulunuyorum. Eğer iyilik yaparsam bana yardım ediniz, eğer kötülük yaparsam beni düzeltiniz. Doğruluk bir emânettir. Yalancılık ise hıyanettir. Aranızda zayıf olan, benim yanımda onun hakkını verinceye kadar en kuvvetlinizdir. Sizin içinizde kuvvetli olan ondan hakkı alınıncaya kadar benim yanımda en zayıftır. Bir kavim cihadı terk ederse Allah o kavimi zillete düşürür. İsyan bir kavimde yaygın hale gelirse Allah o kavme umumi bir belâ verir. Ben Allah'a itaat ettiğim müddetçe bana itaat edin. Allah’a isyan ettiğim takdirde bana itaat etmeniz size gerekli değildir. Haydi, namaza kalkınız, Allah’ın rahmeti üzerinize olsun.” Cumanız mübarek olsun. Saygılarımla.