İlk değil ki bu, son da olmayacak…Evet, insanoğlunun nefsi yine kabardı. Yine birileri geçmişte olduğu gibi dünyanın şahidi değil, sahibi gibi davranmaya başladı.
DÜNYA DEDİĞİN!
İlk değil ki bu, son da olmayacak…Evet, insanoğlunun nefsi yine kabardı.
Yine birileri geçmişte olduğu gibi dünyanın şahidi değil, sahibi gibi davranmaya başladı.
Firavunların, Nemrutların, Karunların akıbetlerini bile bile güç devşirmeye devam ediyorlar.
Oysa dünya hepimize yetecek kadar geniş,
Hepimizi mutlu edecek kadar zengin,
Hepimizi doyuracak kadar cömert değil mi?
İlk astronotumuz Gezeravcı’nın dediği gibi, dünyanın bize sunmuş olduğu nimetlere şükretmemiz gerek.
Olaylara biraz da dışarıdan bakıp zamanın akışını kaybetmek gerekiyor galiba.
Gezeravcı, Dünya’ya dışarıdan bakmanın nasıl bir duygu olduğuna yönelik soruya ibretlik bir cevap veriyor:
“Dünyanın ne derece güzel, bize ne derece harika imkanlar sunduğunu dışarıdan da ne derece büyük bir cazibe merkezi olduğunu oradan gözlemleme imkanı bulmak müthiş bir deneyimdi. Askeri havacılıkta ‘hedef büyülenmesi’ diye bir tabir var. Bakıp da büyülenmediğiniz bir alan yok. Gözlem esnasında geçirdiğiniz anda zamanın akışını kaybediyorsunuz.”
Yaratan özenle yarattığı dünyaya yine özenle yarattığı şaheseri insanoğlunu gönderiyor.
Tabir yerindeyse sarayının büyüleyici güzelliklerini onun eliyle teşhir ettiriyor.
Antika değerindeki müzelik eşyalarını ve varlıklarını insanoğlunun gösterimine sunuyor.
Gökyüzünde ve yeryüzündeki; yer altında ve yer üstündeki gizemli sırlarını ve madenlerini akıllı mahlukatı insan eliyle keşfettiriyor.
Akıllı insan, bütün bu güzelliklerin arkasında gerçek mülk sahibinin olduğu bilinciyle şükrediyor.
Ama gelin görün ki nankör insan ise bunların sahibi kendisi imiş gibi davranarak dünyayı ele geçirmeye, kendi ekseninde döndürmeye çalışıyor.
Filmin sonunda herkes eşitleniyor.
Onca mala mülke dokunmaya rağmen sonunda üç beş metrelik kefenle -ki o da nasip olursa- toprağa veriliyor.
Merhum Cahit Zarifoğlu’nun dediği gibi; “Burası dünya! Ne çok kıymetlendirdik. Oysa bir tarla idi. Ekip biçip gidecektik.”
Yunus’un ölümsüz ifadesiyle; “Mal sahibi mülk sahibi/ Hani bunun ilk sahibi/ Mal da yalan mülk de yalan/ Var biraz da sen oyalan.”
Tapu dairelerinde her gün el değiştiren mal sahipliği bize bir şey söylemiyor mu?
Mahkemelerde sürekli, vefat eden mülk sahiplerinin mallarının mirasçılarına taksim işlemleri bize bir şey hatırlatmıyor mu?
Nice batmaz denilen ülkelerin batması, toprakların el değiştirmesi, sınırların ve coğrafyaların tebdili ibretlik değil mi?
Oyalanma dünyasında şahitlik edip şükretmek de var; sahiplik edip nankörlük etmek de var.
Tercih senin, benim, hepimizin…
19.02.2024
İHSAN ÜNLÜ