İslam dinin iki genel ilkesi bulunmaktadır:
Birinci ilkesi, cehaletle mücadele etmektir. O da İslam dinin birinci emri olan okumaktır. Hıra mağarasında Hz. Peygambere inen ilk ayet insanlık için de ilk emirdir. Yeryüzüne ilk müdahaleninbu ayetle yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu ayet bize yeryüzünün birinci sorununun cehalet olduğunu ifade etmektedir. Cehaleti yenmek için önce realist olmak gerekir.
Cehaletle mücadele için toplumlar eğitimi öncelemişlerdir. Eğitimi bozuk olan toplumlarbaşarıyı yakalayamazlar. Toplumu toplum yapan asli rükün eğitimden geçmektedir.
Bu ayet sosyal hayatta birlikte yaşamanın alt projesi olan cehaletten kurtuluşun gerçekleşeceği çözümün adresini göstermektedir. Bunun için İslam’ın ilk emri okumak ve cehaletten kurtulmak olduğu anlaşılmaktadır.
İkinci ilkesi ise hukuk (şeriat) mücadelesi vermektir. Bütün Peygamberlerin ve insanoğlunun bu iki asli görevi bulunmaktadır. Okuyup öğrendiğini sosyal hayatta pratiğe yansıtmak için hukuka göre hareket etmesi gerektiğine vurgu yapılmıştır. Tevhidi ilkesinin temeli atılmıştır. Bu iki genel esas İslam dininin asli ilkesidir. Bu ilkelerden sonra İslam dinin temel ilkelerine geçilmiştir.
İslam dinin temel ilkelerine gelince;
Birinci ilkesi tevhittir. Bütün insanların hukuk önünde eşit olduğunun haykırışıdır. Terazinin denk tutulmasıdır. Kadın ile erkek, emek ile sermaye, zengin ile fakir, işçi ile işveren, devleti ile vatandaş gibi insan olma özelliğinde terazinin denk tutulmasıdır.
İkinci temel ilkesi ise birlikte yaşam projesi olan tehlikede tevhit olmak yani tehlikede iştirak, nimette taksimattır. Geliri adil paylaştırmaktır. Birlikte yaşam projesinin olmazsa olmaz ilkesi olan bu ilke ihlali ve ihmali kaos ve mutsuz bir toplum yapısı oluşmasına neden olur.
Üçüncü temel ilke ise Peygamberden sonra hakikati ve doğruyu bulmak için belirlenen yöntemdir. Bu yöntem ise ehlisünnet ve’l-cemaat yöntemidir. Ortak okul ve müşterek hayır de denilen bu yöntem olmazsa olmaz yöntemlerden biridir. Ne yazık ki ehlisünnet kavramı tren rayı gibi makas değişimine tabi tutulmuştur.
Dördüncü temel ilke ise sorumluluktur. Sorumluluktan kaçmak isteyenler sorumluluğu kadere yükleyenler bulunmaktadır. Emevilerinsorumluluk hukukunda kendilerini meşru göstermek için ortaya attıkları rivayetlerle sorumluluk gemisine gedik açmışlardır. Tedbir ve taktir rayında ciddi makas değişimi yapmışlardır.
Beşincisi kavmiyetçiliğin yok edilmesi ilkesidir. Bu ilkeyi de dejenere ederek alt kimlikler üreterek eski cahiliye hayatına gerisin geri dönmüşlerdir. Eski klasik dönem kabile ve aşiret anlayışını modern kavramlarla gizleyerek Müslüman üst kimliği altında kimlikler oluşturdular. Bu bölünme masum gösterilse de izledikleri sosyal siyasetle Müslümanları birbirleriyle vurdular.
Allah Müslümanlara tek kimlik vermiştir. Bu kimlik de Kur’an ifadesiyle Müslüman kimliğidir.Müslüman bu kimlikle yaşar, bu kimlikle kabre girer. Müslümanlar ne yazık ki asli kimliklerini kaybedip alt kimliklerini öncelediler. Bugün ne yazık ki Müslümanlar benden, senden, Kürt, Türk, alevi, sünni,cemaat, tarikat, benim partim gibi ürettikleri klasik dönem aşiret ve kabile anlayışına gerisin geri döndüler. Aynaya bakıp kendilerini süsleyip başkalarını ayıplayıp onlara kusur buldular. Kusurun kendilerinde olduğunu düşünmediler.
Oysa cami dışında cemaat aramak Kabe’de kıble aramaya benzer. İslam’ın bu temel ilkeleri bir bir sosyal siyasetle yok edildi. Kendi değerlerimizi koruyalım derken belki de iyi niyetle çıktığımız bu yollar bizi de hüsrana sürükledi. Müslüman bahçemizde vahşi otlar bitirdi. MüslümanıMüslümana düşman yaptı. Herkes aynaya baktı başkasını suçladı. Tıpkı bir anne gibi.Çocuğu üşümesin diye kucaklayıpyattı. Onu muhafaza edeyim derken üzerine düşüp öldürdü. Sabahleyin de oturup ağladı. Anayane ceza vereceksiniz bilemiyorum. İşte bugünün Müslümanlarının da niyetleri salih olsa da Müslüman mahallesinde ümmeti kurtaralım derken, ümmetin üzerine düşüp öldürdüler. Şimdi de cenazesinin kalabalıkolmazıyla öğünür kurtarıldılar. Kendi aşiretlerinin kalabalık olmasıyla övündüler. Haküzerinde değil leş üzerinde yarışır hale geldiler. Camiler problemleri çözüldüğü dayanışma yeri olmaktan çıkardılar. Namaz dayanışmasını şekilde bırakıp pratikte Müslümanın problemlerinin çözümünde dayanışmayı terk ettiler.
İnsan merkezli bir dinin,tekrar insan merkezli bir anlayışa hararetle ihtiyaç bulunmaktadır. Aşiret ve kabile anlayışından insan merkezli bir eğitim ve öğretime derhal geçmeliyiz. Nakıs bir devlet değil, kamil bir devlet olmalıyız. Devletin alt birimlerinde devletine şirk koşan güç odakları tek devlet anlayışını ihlal eden yapılanmalara izin verilmemelidir. Kimsenin kimseden üstünlüğü olmayan, eşit hakların tesis edildiği tevhid anlayışına tekrar geri dönmeliyiz. Peygamberimizin izlediği vahiy projesini esas almalıyız. Gelin aşiret ve kabile odaklı değil insan odaklı bir Türkiye kuralım. İktisadi adaletten sosyal adalete kadar her alanda insan merkezli bir yapılanmaya geçelim. Önce ilkelerimizi belirleyip onlara iman edelim, sonra Peygamberimizin izlediği vahiy projesini hayatımıza hakim kılalım. Adil bir düzen kuralım. Dünyaya örnek olalım.
SAYGILARIMLA
Prof Dr Hadi SAĞLAM