Yaşama hakkı nedir? İyilikte ve takvada yardımlaşma nedir? Yaşama hakkı nedir? İyilikte ve takvada yardımlaşma nedir?

Düşünmek nedir? Aklı kullanmak nasıl olur?

İslam’ın insandan esas olarak istediği düşünmesidir. Kur’ân’ın ekseri ayetleri insanı düşünmeye sevk etmek içindir. İnsan, insan olması hasebiyle aklını kullanması, düşünmesi farzdır.

TEKÂMÜLE GİDEN YOLDA DÜŞÜNCE VE DÜŞÜNMEK…!

İslam medeniyetinin anahtarı tevhittir. Tevhit, iyilikte yardımlaşmayı, tehlikede dayanışmayı esas almıştır. Bilinmelidir ki hakikat ruhun sevgilisidir. Desene akıl yürütmek, düşünmek, felsefe yapmak âşık olmak gibidir. Bu aşkın meyvesi de düşünmektir, düşünce üretmektir. Düşünmeyen beyin ölü bir beyin gibidir.İnsan, insan olması hasebiyle aklını kullanması, düşünmesi farzdır. Aklını kullanmayan, düşünmeyen insanlar ölü gibidir. Biyolojik canlı olsalar da ruhları ölü gibidir. Bugün en önemli beka sorunumuz düşünmemektir bilesiniz.

İslam, insandan biyolojik canlı kalmasını mı yoksa düşünmesini mi istemiştir? İslam’ın insandan esas olarak istediği düşünmesidir. Hatta Kur’ân’ın ekseri ayetleri insanı düşünmeye sevk etmek içindir. Kur’ân 70 kez namazdan bahsederken, 700 kez düşünmeden bahseder. Desene İslam’ın gayesi düşünen insanı yüceltmektir. Düşünce değil, düşünmek gerekir. Düşünmek farzdır. Düşünmeyen ruh biyolojik olarak canlı olsa da ölüdür. Düşünmek insan olmanın vasfıdır. İnsan olmak demek,  bugün için sistematik düşünmek demektir bilesiniz.

Biz Müslümanlar, İslam’ın ruhuna değil de hep şekline sarıldık. Kafa ambarımıza bilgileri yüklemeyi marifet sandık. Beden ve mide hareketleri ile cenneti arzuladık. İslam’ın ruhunu bu sembollerde eritip yok ettik. Ruhu yok ederek de ruhun selametini aradık. Böylece biz müslümanlar, menfaat duygusunu hayatımıza hükümdar yaptık bilesiniz.

Kafa ambarımıza yüklenen bilgiler, hafızamızda ağırlıktan başka bir işe yaramadı. Oysa zekâ bir ambar değildir, sürekli çalışan bir makine gibidir. Bilgi onun hammaddesidir. Düşünmek hatırlamak değil yeni mamul üretmektir, yaratmaktır. Hiç düşündürmeyen hafızlık böyle bir zekâ afetidir. Kuran’ın ruhundaki manayı lafızlara gömmektir bilesiniz. Bu bilgileri taşıyacak kütüphane ve teyp araçlarımız mevcuttur. Kendilerini araç yerine koyan insanlar, adeta cansız robotlar gibidirler.

ÖĞRENDİĞİMİZ BİLGİ DÜŞÜNCEYE SEVKETMELİ

Öğrendiğimiz bilgi bizi düşünmeye sevk etmiyorsa; bu bilginin bizleri ıslah etme anlamı yoktur. Düşündürmeyen bilgi kısır bir sevdadır. Bu sevdanın vuslatı da yoktur. Bilgi yüklü olup da düşünmeyen kafalar, bir tür kapalı kütüphaneye benzerler. Kişi ölünce kütüphane de yok olup gider.

Düşünmeden ezber yapan kişiler, kafaya sadece bilgileri yüklerler. Bu kişiler düşünce üretemezler ve yaratıcılıkları da yoktur. Edindikleri bilgileri hafızalarına teyp gibi yüklerler. O kişide bir kütüphane gibi ne ararsanız bulursunuz. Fakat kafaları çalışmaz, üreticilikleri yoktur. Teypler ve bitler çıkınca bu insanlara da ihtiyaçta kalmamıştır. Miadını doldurmuş, son kullanma tarihleri geçmiş ve fosilleşmiş insantipleri hayatımızda oldukça fazla yer almaktadır.

Bunlar kütüphane gibi kilitlenmiş beyinlerdir. İnsanlığın çöküşünü bu beyinlerle hazırlamışlardır. Bu beyinler, İslâm’ın şekline bağlanıp ruhunu anlamamışlardır. Kafataslarına doldurulan bilgiler, hafızada ağır yük olarak kalırlar. Bunlar ancak bellekleri kadar bilgileri muhafaza ederler. Teknik ve teknolojik gelişmeler bunları araç olmaktan çıkarmıştır.

Tarihte bazıları da Aristo mantığının kıyasını kullanarak bilim yapmışlardır. Dinin aslını bu kıyasta görmüşlerdir. Kıyası da şeri ve asli delil saymışlardır. Yaptıkları pek çok kıyas da bugün din gibi sabite kabul edilmiştir. Oysa bugün klasik dönemin pek çok kıyası, sosyal problemlerin çözümünde bir engel olarak görülmektedir. Desene kıyas, asli deliller arasına sokulunca iş daha karmaşık hal almıştır.

 Örneğin; Kur’ân, mudâyene ayetinde şahitlik meselesinde “bir erkek, biri unuttuğunda diğeri ona hatırlatacağı iki kadın” meselesi hemen her hukuki konulara kıyaslanmıştır. Bu kıyas fıkıh kitaplarında evlilik dâhil tüm alanlara genellenmiştir. Muhasebe ile ilgili olan bir konu, hemen her hukuki meseleye kıyaslanmıştır. Cehaletle ilgili bir konu hakkında vahyin esbabı nüzulü farklı kıyaslamalarla yanlış alanlara çekilmiştir. Bu tür kıyasların doğru bir kıyas olmadığı da açıktır. Klasik eserlerdeki kadınlarla ilgili içtihatlarda dabu kıyasa oldukça fazla yer verilmiştir.

Oysa Hz. Peygamber bedevi erkeklerden de iki erkek şahit talep etmiş olduğu görülmektedir.Tanıklık meselesi, kamu davası ve özel hukuk davalarında da ayrı değerlendirilmesi gerekeirken; bu konuda da naslarımiyop okuma biçimi seçilmiştir.  Kıyas asli deliller arasına sokulunca bu kıyasların da mutlak doğru şeklinde algılanması pek çok problemi beraberinde getirmiştir. Müslümanlar öncelikle ilkelerini belirlemeliler ve yapılan kıyas / içtihatların ise nas gibi görülme gibi aşırı duygusallıktan kurtulmaları gerekmektedir.

İLLET DEĞİŞİNCE HÜKÜM DEĞİŞİR

İllet değişince hüküm değişir”, “hükmün özel olması, kapsamının genel olmasına engel yoktur gibi genel esasların tekraren gözden geçirilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde tarihte yapılmış olan kıyas içtihatlarının mutlak doğru görülmesi sosyal hayatımızda pek çok problemlerin ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Değerler dünyamızdaki ilkelerimizin dejenerasyona uğraması kaçınılmaz olacaktır. Zaman içerisinde İslam hukukunun sosyal hayatın problemlerini çözemediği gibi bir algının doğmasına sebep olacaktır. Sonuçta insanoğlu problemlerine başka çareler arayıp deizm ve nihilizm toplumu oluşmasına imkân verilmiş olacaktır.

Keza Müslüman insanlar, beden hareketleriyle cennete gireceğine inandılar. Dini sembolleri, maddi gerçekler olarak anladılar. İslâm’ın ruhunu maddede erittiler. Aristo’nun kıyas mantığıyla dinin önünü tıkadılar. Bir kısmı Aristo’ya kızıp felsefeyi de katlettiler. Pireye kızıp yorganları da yaktılar. Felsefeyi kaldırmakla İslâmi düşünceyi yok ettiler.

Düşünmek felsefe yapmak, âşık olmaktır. Ruhu yok ederek, ruhun selametini aradılar. Geçmişi tekrarlayan insanları bilgin sandılar. Yazık üniversiteler hala bu ezberci yöntemden vazgeçmediler. Bindikleri dalları kestiler. Düşünmeyi, üretmeyi terk edip üretileni tekrarlamak, zamanla bu bilgileri mutlak doğru olarak algılamaya başladılar. Putperest bir kafa yapısı oluşturdular. Şartlandırılmış ve koşullandırılmış beyinler ürettiler. Bu imgelenen beyinler, canlı ve cansız putperest bir toplumun oluşmasına imkân verdiler. Geçmişten günümüze cehaletin tahsilini yaptıkça yaptılar. Oysadünün güneşiyle bugünün çamaşırı kurutulamaz bilesiniz. Saygılarımla. Prof. Dr. Hadi Sağlam

Editör: Mehmet Yaşar Çiçek