İSLAM İDARE HUKUKUNDA İKİ TÜR ADALETTEN BAHSEDİLİR.
İslam dininin yönetimde iki önemli ilke önermiştir. Bu iki ilke temel alınırsa, idare hukukumuz daha sağlıklı zemine oturmuş olacaktır. Bu iki ilkeden sapmadıklarında toplumlar fesada sürüklenir. Ne yazık ki geri kalmış toplumların bu ilkeler ihlal ve ihmal edilmistir.
Bilindiği gibi Kur’ân, yönetimle ilgili bazı temel ilkeler getirmiştir. Bu ayetlerden görüleceği üzere “قسط” ve “عدل” kavramları geçmektedir. Kuşkusuz “kısd” ve “adâlet” kavramları müteradif olmadığı kanaatindeyiz. Adâlet, “bire bir karşılık, denge, denklik, eşitlik” anlamlarına gelir. Kur’ân-ı Kerîm’de eşitlik adâleti, "adl" terimi ile ifade edilmiştir. İnsan hakları alanı; eşitlik adâlet alanıdır.
Eşitlik adâleti alanının istisnası yoktur. Dil, din, cins, ırk ayırımı yapılmaksızın bütün insanlar arasında, insan hakları açısından, tam bir eşitlik sağlanmıştır. Adalet, tüm bireylerin kanun karşısında ve mahkeme kararları hükümlerine göre eşit oldukları anlamı taşır. Mal, can emniyeti, düşünce, inanç, nesil, eğitim gibi benzeri hakların eşitlik ilkesi gereği adaletin konusuna girer.
Kısd kelimesi ise “nasip, pay, kişi için hak ettiği hakkın verilmesi, ehil olması” gibi anlamlara gelmektedir. Genellikle hak ediş, liyakat ve oran adaleti ise ‘kısd’ kelimesi ile ifade edilmektedir. Kısd adaleti, daha ziyade idareci olan görevliler için kullanılmıştır.
“Kısd” adâleti söz konusu olduğunda, mutlaka hak edilen bir görevden söz edilmiştir. Bu görevler emânet görevleri olup liyakat esasına dayanır. Bu görevlerde devlet varlığını devam ettirebilmesi için sosyo-politik kararlar da vermişlerdir.
Kısdsız adl, doğru yoldan sapma anlamını gelir. “Kısd” alanında “adl” uygulamak doğrudan doğruya zulümdür. Bu hususta, hak ediş ve liyakat adaletine riayet edene ‘Muksit- adil’, adalete uymayana ise ‘kasıt- zalim’ denilmektedir.
Görüldüğü gibi emânet görevlerde ise kısd adâleti geçerlidir. Kısd adâleti daha geniş çerçevede olup, adl adâletini de kapsar. Devlet görevlerinin her biri emânet görevler olup birer kısd adâleti esası gözetilmelidir. İdari görevler emânet görevler olduğu için emânet sahibinin istediği ilkeler doğrultunda atamalar yapılabilir. Ancak bu atamalarda, liyakat ve ehliyet esas olmalıdır. Bu çerçevede hangi görevlerin emânet, hangi görevlerin adl kapsamına göre değerlendirilmesi önem arzetmektedir.
Emânet görevler, liyakat ve ehliyet sahibine verilmezse, bir toplumun geleceği ve yarınları kaybedilmiş olabilir.Adl adaleti gereği, eşitlik eğitim ve meslek seçimi gibi temel haklarda ve hukuk kurullarının uygulanmasında, kanun önünde eşitlik anlaşılırken; emanet görevlerde liyakat esası hâkimdir. Bu alanda halka başvurma meşveret / esas alınmıştır.
Bütün insanlar, dil, din, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri hususlarla ayırıma tabi tutulmaksızın kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye ve zümreye veya sınıfa farklı imtiyaz hakkı tanınamaz. Devlet organları ve idari makamları bütün işlerinde kanun karşısında eşitlik ilkesi çerçevesinde hareket etmek mecburiyetindedirler.
Günümüzde Kur’ân’ın önerdiği bu iki tip adalet ilkesi yönetimde birbirinden ayrılamadığı için birbirine karışan alanlarda ciddi problemler yaşamaktayız. Bu temel kıstaslar geleceğimizdeki hukuk devleti ilkesi açısından önemli olsa gerektir. Hangi görevlerin adl adaleti dediğimiz eşitlik ilkesine dayandığı hangilerinin kısd dediğimiz emanet görevler için kullanılan kavramların yerli yerine oturtulması sağlıklı bir idari yönetim için ne kadar da önemlidir. Aksi taktirde düzenli bir sosyal hayat kuramayacağımız açıktır. Saygılarımla.