Gerçek özgürlük nedir? Kamu ahlakı nedir?
Gerçek özgürlük, bir olan Allah'a kulluk etmekten geçmektedir. Keza özgürlük, Allah’ın yeryüzündeki tevhit inancını iyi anlamak ve pratiğe yansıtmaktan geçmektedir.
ALTINCI TEMEL İLKEMİZ: ÖZGÜRLÜK
DİN, ÖZGÜRLÜKTÜR:
Gerçek özgürlük, bir olan Allah'a kulluk etmekten geçmektedir. Keza özgürlük, Allah’ın yeryüzündeki tevhit inancını iyi anlamak ve pratiğe yansıtmaktan geçmektedir. Aksi takdirde boşuna yorulacağız bilesiniz. Özgürlüğün ilkeleri, adalet, emaneti ehline vermek, liyakat, maslahat ve meşveret olmak üzere altı temel şartı bulunmaktadır.
Klasik dönemde inancımızın ve imanımızın altı ilkesi temel ilke kabul edilmiştir. Bu ilkelerin bütünü aslında bir özgürlük mücadelesinin temel esasları kabul edilmelidir. Birey ve toplumları bir arada tutacak çimentonun din olduğu da görülmüştür. Din her canlının hakkının iade edilmesinin bir özgürlük olduğuna vurgu yapmıştır. Din, haksızlıkların kolektif inanç esaslarıyla bertaraf edildiğinden mahza özgürlük yolu olarak takdim edilmiştir. Bu bağlamda özgürlük, bir olan Allah’a inanmaktan geçmektedir.
Öncelikle Müslümanlara, Mekke’de iman esasları olarak bilinen altı iman ilkesinin varlığı bizlere itikadı ilkeler olarak ezberletilmektedir. Bu ilkeler, Allah'a iman, meleklere iman, kitaplara iman, peygamberlere iman, ahirete iman ve kader ve kazaya iman şeklinde formüle edilmiştir. Bu iman ilkelerinin pratiğe yansıtılması tevhidin en önemli esası kabul edilmelidir.
Kuru kuruya bunların ezberletilmesi, pratikte bunların ne anlama geldiği çoğu kez göz ardı edilmekte olduğu görülmektedir. Oysa imanın bu altı esası, Müslümanlar arasında birlikteliği sağlayamıyorsa, birlik ve beraberlik içerisinde olamayacağımız da açıktır. Bu ilkeler dünün insanı için büyük önem arz ediyordu. Ancak bugünün insanı bu ilkelerin ne anlama geldiğini çoğunlukla bilememektedir.
Bu temel ilkelere zamanla yeni ilkeler eklenmesi mümkün müdür? Zira toplumsal birliktelik şartları sürekli değişmektedir. Bunun için epey zamandan beri kaleme aldığım temel tevhit ilkelerimiz, Müslümanların tekrar bir arada tutulmasını ihtiva edecek ilkeler olarak görmekteyim. Bu ilkelere de temel ilkeler adını vermekteyim. Bu ilkelerde birleşemediğimiz sürece güçlüler zayıfları hep sömürecekler ve köle düzeninde buluşacaklardır.
Klasik dönemde Allah’a iman deyince ne anlaşılıyordu? Keza ahirete iman deyince ne anlaşılması gerekmektedir? İman esaslarımızda ciddi bir yozlaşma bulunmaktadır. Bu yozlaşma neticesinde sadece kabuk kalmış, özden çok uzaklara savrulmuş bulunmaktayız. Bu ilkelere iman etmemiz bugün hangi problemimizi çözüyor bilemiyorum. O gün meleklere iman bile Hz. Peygambere meleğin vahiy getirdiğinden kuşku duyulmaması gerektiğine inanılması bir iman esası yapılmıştır.
PEYGAMBERLERE İMAN
Keza Peygamberlere inanırsak, İslam dininin tek din olduğunu ve Allah’ın sürekli olarak toplumlara Peygamber gönderdiğine inanmak gerektiğine, geçmiş toplumlara gönderilen Peygamberlere inanan kavimleri de ötekileştirmeden en son inen insanlığın anayasası mahiyetinde olan Kur’an’a diğer Peygamberlerin ümmetlerinin de inanması için ciddi bir iman ilkesi kabul edilmiştir. Böylece ötekileştirme belasıyla yeni grupların doğmasının önüne geçilmiştir. Sonuçta inananların tevhidi sağlanmıştır. İslam dininin evrensel ilkelerinde, ötekileştirme bulunmamaktadır. İslam, adeta yok sayılan, köle görülen insanların özgürlük adına yükselttiği feryatlardan ibarettir. Bir özgürlük mücadelesi olmuştur. Bir birey kendini ötekileştiremeyeceği gibi Peygamberleri ve kitapları da ötekileştirmemelidir. İnsanlığın tevhidine isyan etmemelidir. İslam dininde ötekileştirme siyaseti bulunmamaktadır. Dinde olmayan bu sosyal siyaset, ideolojik bir cehalettir.
Keza kitaplarına iman da aynı doğrultuda olsa gerektir. Zira bir insanı kazanmak için önce onu kabul etmeliyiz. Yoksa kitaplarını bile ötekileştirme aracı olarak gördüğümüz takdirde, İslam dininin mensuplarının tevhidini sağlamış olamayacağız. Kur’an bu ilkeleri bizlere en güzel bir şekilde tavsiye etmiştir. Keza Kur’an, Peygamberlereve kitaplarına iman konusunda bir tefrikaya ve ötekileştirmeye müsaade etmemiştir.
Allah’ın dininin tek din olduğunu, anayasalar gibi insanlığın son anayasal mahiyetli kitabının Kuran olduğunu, bu kitapta Tevrat ve İncil, Musa ve İsa Peygamberlere imanın gerekliliğine ilkenin konulması, yeryüzünde tevhidin kurulmasına yönelik olsa gerektir. Ancak imanın bu esaslarını iyi anlayamadığımızdan ötürü, cami, sinagog ve kilise arasındaki bağı anlayamadığımız da görülmektedir. Müslümanların imanın esaslarını yeniden gözden geçirerek bu ilkelere göre pratiklerini düzenlemeleri gerekmektedir.
AHİRET İNANCI VE ÖZGÜRLÜK
Ahirete iman esası ise dünyada İslam dinine inananların özgür olduğuna ve ahiret hayatı içerisinde hesaba çekileceklerine iman olsa gerektir. Cennet ve cehennemin varlığına inanmak, dileyen cennete dileyen de cehenneme gitmesi ilkesi de imanda serbest bırakıldığına ve özgürlüklerine sahip olduğunu göstermektedir. Eğer dünyada günah işleme özgürlüğü yoksa cehennemin anlamı da olmasa gerektir. Ahirete iman, adeta hukuk ve kolluk güçleri gibi bir hukuki yaptırımın sağlanması açısından önemlidir. Ahiret inancı sağlam olan toplumlarda bu hukuki yaptırımla sonuç alınmıştır. Ancak ahiret inancı zayıflayan toplumlarda mobese ve kolluk güçleri gibi farklı yöntemler de denenmektedir.
İnsanın hamurunun âdeta iyilik ve kötülük suyuyla yoğrulduğu, insanın melek olamayacağı, melekler var iken yaratıldığı, melekler, kan dökecek kötülük yapacak insan mı yaratacaksınız dediklerinde, sizin bilemediğinizi ben bilirim denildiğini görmekteyiz. Hatta bazılarına göre imanın iki şartı bulunmaktadır. Birincisi Allah’a iman ikincisi ise ahiret gününe inanmak olduğunu ifade etmişlerdir.
Bugün düşünüyorum ki Müslümanlar neden tek vücut olamamışlardır. Bu konuda düşüncelerim bana altı tek vücut ve tevhit olmak için ilke yazdırmaya sevk etmiştir. Bu yazılarım temel inanç ilkelerimizin yok sayılması anlamına da gelmemektedir. Keza bu yazılarım hiçbir aşiret ve kabileyi muhatap da almamıştır. Keza kamu hukukunu ve insan haklarını ihlal etmemek kaydıyla Müslümanlar özgürdürler. Hiç kimse özel hayatından dolayı kınanamaz. Özel hayatında işlediği günahlardan dolayı dünyada hesaba çekilemez. Cennet ve cehennemin hesabı, kulları değil Allah’a bırakılmalıdır. Yoksa dinimizin özgür birey anlayışına isyan edilmiş, cehenneme inanç ilkesi inkâr edilmiş, insanlarda adeta köleleştirilmiş olacaklardır.
KAMU AHLAKI VE ÖZGÜRLÜK
Tarihten günümüze kamu ahlakını bozan davranışlara müspet bakılmamıştır. Ancak hiç kimsenin özel günahının araştırılmasına da müsaade edilmemiştir. Bu yasak anayasal temel ilke kabul edilmiştir. Kuran kimsenin özel hayatının tecessüs edilmesine izin vermemiştir. Bugün çoğu kez bu üst norm ihlal edilmektedir. Bu bağlamda kimsenin özel günahı araştırılamaz. Bir gün Hz Ömer böyle bir işe tevessül edince pişman olmuş ve tövbe etmiş olduğu rivayetleri de bulunmaktadır. Hz. Ömer bir evin duvarından içeri girer. Oradaki âlem yapanları tutuklamak ister.
Ev sahibi Ya Ömer..! Biz günah işledik Allaha asi olduk. Sen bizden daha günah işliyorsun. Allah diyor ki kimsenin günahını araştırmayın. Sen ayetin emrine muhalefet ediyorsun. Allah diyor ki evlere izinsiz girmeyin. Sen izin almadan evime giriyorsun. Konut dokunulmazlığımı ihlal ediyorsun. Allah yaptıklarınız karşılığında cennet veya cehennemde karşılığını ben vereceğim diyor sen bize dünyada vermek istiyorsun. Dünya hayatımızdaki özel hayatımıza müdahale ediyorsun. Hz Ömer özür dileyerek ayrılıyor. Hiç kimse de kamu alanında ahlakı sarsacak görüntüler veremez bilesiniz. Bütün problemin kamu ve özel hayatın sınırlarının ayrılmasında yatmakta olduğu anlaşılmaktadır.
Ramazan boyunca temel ilkelerimizi kaleme almaya çalıştım. Bu yazılar, Müslümanların birlik ve beraberliğini nasıl sağlayabilir diye samimiyetle yazılmış bir akıl yürütme kabul edilmelidir. Zira Müslümanın Müslümandan başka sığınağı olamayacağı anlayışı içerisinde yazılmıştır.Günü birlik yazdığım yazılarda hata ve noksanlarımı şimdiden kabul ediyorum. Sürçü lisan etmişsem bu bendendir bilesiniz. En doğrusunu Allah bilir. Saygılarımla. Prof. Dr. Hadi Sağlam