İCMÂ NEDİR VE İCMÂ YAPILAN KONULAR
İslâm hukuk bilginleri, icmâ’nın mahiyeti üzerinde birbirinden oldukça farklı görüşlere sahiptirler. Bilakis çoğunluk icmâ’yı, aslî şer’î deliller arasında sayarken; bir kısmı da Kur’an ayetlerinin anlaşılmasında, hukukta emniyet ve güveni sağlamada, şer’î delillerden Kur’an-i hükümleri çıkarmada bir “araç ve yöntem” bilgisi olarak görürler.
Keza bu bilginler icmâ’nın, içtihat alanını daralttığını, İslâm hukukunun dinamizmine engel olduğunu söylerken; icmâ’yı şerî deliller arasında sayan diğer bir grup bilginler ise klasik dönem icmâ anlayışının dışındaki yorumları; bilinçli, hukuk güvenliğini sarsıcı bir mezhep düşmanlığı olarak görmektedirler. İslâm hukuk bilginlerinin icmâ’nın mahiyeti üzerinde bu kadar farklı düşünce üretmelerinin gerekçeleri ne olabilir?
Bilindiği üzere bugün icmâ esasta, toplumsal iradenin yansıması şeklinde başlayıp zamanla toplumlar üzerinde bir baskı ve otorite kurumu haline gelmiş bulunmaktadır. Bu otorite ve hâkimiyet, Peygamberin vefatından sonra sahabe uygulamaları ve bazılarına göre Medinelilerin örfü kabul edilirken; sahabe sonrası toplumsal otorite ise kurucu müçtehit imamlarla sağlanmıştır. Sonraki zamanlarda ise bu otorite müçtehit âlimlerin, toplumsal iradenin temsilcisi olmasıyla günümüze kadar devam ettirilmiştir.
İcma’nın aslî bir delil mi yoksa bir yöntem mi olduğu konusu ilk dönemlerden beri tartışıla gelmiştir. Klasik bilginlerin ekserisi icmâ’yı, aslî kaynaklar arasında ve üçüncü delil sayarlarken; bir kısım bilginler ise icmâyı nasların hitabının anlaşılmasında ortak bir içtihat birliği (içtihadı birleştirme kararı) bir yöntem ve metot olarak görmektedirler.
Bir kısım bilginleri ise icmâ’nın kesin delile dayanması gerektiğini, bu anlamda icmâ’nın nasları korumaya yönelik olduğunu, kıyas ve maslahat gibi zannî delile dayanan ittifakın ise hatadan uzak olamayacağı görüşünü benimsemektedirler.
İcmâ’nın senedinin katî ve zannî diğer bir ifadeyle mütevatir ve ahad oluşuna göre icmâ’ya hüküm değerini atfetmişlerdir. İcma yapmak için bir yetki sorumluluğu olması gerekmektedir. Ulu’l emir tarafından yetki verilmiş olanların bir mesele hakkındaki ortak kararına icmâ denilmesi ilk dönem Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer zamanında gerçekleştiği görülür. Bu tür icmâ bir yetki sorumluluğu olup icmâ yapma yetkisi bulunan kişilerin belirlenmesi gerekmektedir. Bu durumda icmâ yapma yetkisini sadece müçtehitlere ait görenler ile tüm ümmete ait görenler bulunmaktadır.
Kur’an ayetlerinde icmâ için delil olabilecek lafız veya mana ilişkisi bu Kur’an-ı anlama ve yorumlama farklılıklarına göre değişmektedir. Hiç kuşkusuz icmâ yapacak olmanın ön şartının müçtehit olması ve müçtehit olabilmenin şartlarını taşıması gerektiği ileri sürülmüştür. İçtihat derecesine ulaşmamış Müslüman âlimlerin ittifakı icmâ sayılmamıştır.
İcma yapmanın mümkün olup olmadığı konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bazıları icmâ’nın bölgesel olduğunu iddia ederlerken bazıları evrensel olduğu görüşündedirler. İcma, ya ümmetin ya müçtehitlerin ya da ülu’l-emrin ittifakıyla alınan kararlar içindir.Bazılarına göre icmâ bölgesel bazılarına göre bütün ümmetin ittifakıyla gerçekleşirken, bazılarına göre de ülu’lemr veya müçtehitlerin ittifakı aranmalıdır.
Bir kısım icmâ’yı sadece sahabe dönemine has kılarken bir kısım da mezhep imamlarının fer’i meselede ittifakı olarak görmüş daha sonra icmâ’nın mümkün olmadığını da savunmuşlardır. Geçmiş dönem sahabenin icmâ ile yeni dönem modern hukuktaki içtihadı birleştirme kararında ise bütün bilgin sahabe veya hukuk ilim adamları değil sadece yetkili olanlar bulunmakta olduğu daha isabetli gözükmektedir.
Sahabenin icmâ’sının oluşmasında yetkililer yani müçtehitlerin icmâ’sına bağlayıcılık özelliği veren temel unsur icmâ’da bulunan müçtehitlerin yetkili olmasıdır. Doğrudan naslarda bir hüküm bulunmayan icmâ hakkında dolaylı bir kaynaklık teşkil ettiği şeklindeki yaklaşımlar zamanla hem yargısal hem de ilmi içtihatların önüne set çekecek nitelikte geniş bir bağlayıcılığın verilmesi İslâm hukukunun gelişmesine ve ilerlemesine değil duraklamasına sebep olduğu iddia edilmektedir.
İlmi içtihatların önüne set çekecek nitelikte bir bağlayıcılığın verildiği icmâ konusu günümüzde ilim adamlarınca ele alınıp üzerinde daha çok düşünce üretilmesi gerektiği kuşkusuzdur. Hukukta ihtilaf, ya bilim adamları ile ilgili fikir ve düşünce farklılığından kaynaklanır ya da uygulamadaki ihtilaftan kaynaklanır ki bu da yetkilileri ilgilendirir.
Birincisi hakikati ortaya çıkarmak için bir içtihat ürünüyken, diğeri ise uygulamaya yönelik bir ihtilaf olup toplumda ayrımcılığa sebep olan güven duygusu ve adalet duygusunu sarsan bir ihtilaftır. Bu bağlamda icmâ, ilim adamlarının ilmi içtihatlarındaki ihtilafı ortadan kaldırmaya yönelik olduğu anlaşılmaktadır.
Sonuçta bilginler, icmâ’yı İslâm dininin ve tevhit birliğinin korunmasına katkı sağlayan ümmetin geleceğinin teminat altına alındığı verimli asli bir kaynak görürlerken; bir grup bilgin ise icmâ’yı nasların kıyas ve maslahat gibi içtihat alanında aynı konudaki bireysel içtihatlarının toplamından ibaret görmektedirler.
Klasik fıkıh kitaplarında pek çok meselede icma’nın varlığı hakkında doktriner malzeme bulunmaktadır. Örneğin; kütüb-i sitte’deki hadis-i şeriflerin hepsinin sahih olduğu, kerametin hak olduğu, cemaat ile yirmi rekât teravih kılmanın sünnet olduğu, yayılan bid'atin kötülüğünü müslümanlara duyurmanın farz olduğu, müt’a nikâhının haram olduğu, ilk iki büyük halifenin halifeliklerine sahih değil demenin küfür olduğu, dört büyük halifenin üstünlükleri halifelik sırasına göre olduğu, kabr-i şerif’te, Rasulullah’tan yardım istemeyi inkârın, sahabenin icma’ını inkâr olduğu, Kur'an-ı Kerim’in bir harfini bile değiştirmenin veya musiki aletleri ile okumanın haram olduğu, bugün mevcut olan mushaf’tan başkasını okumanın haram olduğu, namazda ayakta, âyetleri Arapça’dan başka dil ile okumanın caiz olmadığı, cemaatle namazı terk etmeyi âdet edinmenin günah olduğu, kadınların başlarını açmalarının haram olduğu, dört mezhepten birine uymanın vacip olduğu, dört mezhebi birleştirip bir mezhep haline getirilemeyeceği, dört mezhepten birine uymayanın, bid'at ehli olup cehenneme gideceği, nineye mirastan altıda bir pay verilmesi, Kur’an’ın toplanması, müellefe-i kuluba zekâtın verilmemesi, Hz. Ebubekir’in halife seçilmesi, beş vakit namaz, cünüplükten gusletmek, zinanın, içkinin ve zevatul-meharimden olan akrabalarla evliliğin haramlığı, abdestin, cenaze namazının farz-ı kifâye olduğu, kadınlara cuma namazı farz olmadığı, kadınların özel hallerinde namaz kılamayacağı, kadınların had ve kısas davalarında şahitliğinin kabul edilmeyeceği, hukuk davalarında iki kadın bir erkeğin aranmasının gerekliliği gibi oldukça uzayan icma diye ifade edilen beyanlara farklı klasik kitaplarda sık sık rastlanılmaktadır.
Bu icmâların bir kısmı tahkimat kabilinden icmâlar olup inkârı küfrü gerektirirken; zannî alanlardaki icmâlar ise tartışmalara halen konu yapılmaktadır. Saygılarımla. Prof Dr Hadi Sağlam