İSLÂM İDARE HUKUKUNDA YÖNETİM ŞEKLİ NEDİR?

Kur’ân yönetim hukukuyla ilgili anayasal mahiyetli genel ilkeler getirmiş, idare hukukunun genel çerçevesini çizmiştir. Müslümanlar, bu genel çerçeve içinde kalarak idare hukuku alanında, içtihatta serbest bırakılmıştır. Keza Kur’ân, sık sık geçmişte yaşayan toplumlara ve yöneticilere atıfta bulunmuş, bu toplumlardaki yaşam biçimine ve yöneticilerin adâlet konusuna vurgu yapmıştır.

Öte yandan Hz. Peygamberin sünnetinde de yönetim yapısına yer verilmemiştir. Sünnet, yönetim hukukuyla ilgili Kur’ân’ın tahkimatı kabilinden “adâlet, merhamet ve şefkat” gibi ilkelere yer vermiştir. Keza Hz. Peygamber (sav) dönemlerinde kurulan devlet ve onun anayasası (Medine sözleşmesi) dini olmaktan çok durumsal bir mahiyet arz etmektedir. Diğer bir deyişle, Medine site devleti şartların zorladığı, güven ihtiyacından doğan sosyolojik bir olgudur. Medine’de düşman tehlikesi Müslümanları, zorunlu olarak örgütlü bir toplumsal yapıya dönüştürmüştür. Hiç kuşkusuz vahyin önderliğinde yeryüzünde bir örnek toplum oluşmuştur.

Hz. Peygamberin vefatı ile birlikte oluşan halifelik ve cemaat yapısı da sosyolojik bir olgu olarak ortaya çıkmıştır. Halife seçimi konusunda sahabe uygulaması ile de sabittir ki devlet başkanının seçimi sürekli değişmiştir. En uygun olana doğru bir gelişim seyri izlemiştir. Halifeler döneminde ilk halife için emiru’l-mu’minin tabiri kullanılmıştır.

Saltanat geleneğini başlatan Muaviye kendisini müminlerin emiri yerine Allah’ın yeryüzündeki “halifesi ve temsilcisi” olarak lanse ettirmiştir. Bu kavram Abbasilerle birlikte “zillu’llah” yani Allah’ın yeryüzündeki gölgesi şeklinde kullanılmıştır. Kısaca dört halife zamanındaki meşruiyetin kaynağı doğrudan doğruya yönetilen toplum olarak Müslümanların iradesiyken; saltanat geleneğiyle bu, sultan kendi durumunu ilahi bir sıfatla meşrulaştırma yolunu seçmiştir.

Devlet başkanlarının seçimi ve yönetiminde, şûrâ yöntemi benimsenmiş, içtihatlara göre yönetim yapıları teşekkül etmiştir. Yönetici, halktan almış olduğu yetkiyi kullanırken; bireylerin temel hak ve özgürlükleri ile kamu yararı arasında denge kurmaya çalışmıştır. İslâm kültür tarihinin klasik döneminde ortaya çıkan halifelik, saltanatlık, krallık ve padişahlık gibi yönetim şekilleri doğal olarak geliştiklerinden; İslâm’a uygun olup olmadıkları genellikle sorgulanmamıştır.

Hilafet kavramı da dini olmaktan çok sosyolojik ve siyasi bir kurum olduğu anlaşılmıştır. Halifeler döneminden sonra saltanat ve monarşi şeklinde devam eden yönetim şekilleri demokrasiyle devam etmiştir. Sonuç olarak egemenliğin güç kaynağı (yetkisini alındığı kaynak) halk, meşruiyetin kaynağı ise Allah’ın rızasına uygun adâletle hareket etmektir.

Devlet aynı zamanda sosyolojik ihtiyaçlar doğrultusunda sürekli olarak değişkenlik arz eden bir olgudur. Hâlbuki dinin değişmeyen evrensel ilkeleri vardır. Bu bakımdan devlet ile din (teoloji) bütünleştirildiği zaman, ister istemez sosyolojik yaşam alanı değişimin dışında tutulmuş olur. İslâm tarihindeki bu durumun,  gerilemenin temel nedeni olduğu söylenmiştir.

Tarih boyunca devletlerin yönetim biçimleri bulunmaktadır. Yönetim biçimleri, devletlerin idare şekilleridir. Bu yönetim şekilleri, monarşi, oligarşi, teokrasi ve demokrasi şeklinde bir gelişim seyri izlemiştir. Monarşi ya da krallık, bir hükümdarın devlet başkanı olduğu, saltanatlık, kral, imparator, padışan ve emir gibi idarecinin idareyi yaşamı boyunca elinde bulunduran yönetim şeklidir.

Oligarşik yapı belirli bir kesimin bir ülkeyi yönetmesi ile ortaya çıkan yönetim şeklidir. Teokrasi, devlet organlarında dini otoriteyi hâkim kılmak, dini otoritenin yönetimi, devlet yönetiminin dini temellere dayandırılmaya çalışıldığı yönetim biçimidir. Teokrasi, tanrının yeryüzünde vekilleri tarafında kullanılacağını ön gören teoriyi ifade eder.

Demokrasi, farklı özellikteki özgür bireylerin fıtrat, doğal hukuk ve bireylerin rızasını esas alan ve bir arada yaşamasını sağlayan bir araçtır. Demokrasi, halk ile devlet arasında dengeyi kuran, bireylere belli bir yaşam tarzı dayatmayan, bireye değil devlete şekil veren, ona hukuk devleti ilkesi ile sınırlandıran halkın kendi kendini yönettiği bir yaşam biçimidir. Demokrasinin yaşayabildiği yönetim şekli ancak cumhuriyettir.

Demokrasi bireyin iradesini olabildiğince özgürlük sağlarken, devletin iradesini mutlak irade olmaktan çıkarmakta onu bireyin iradesine dayandırarak toplumsal irade ve hukukla sınırlandırmaya çalışmaktır. Demokrasilerde en büyük tehlike devletten geldiği için devlet gücünü elinde bulunduran kimselerin bazı kurallara uyması, hukuk devleti ilkesini ortaya çıkarmıştır.

Sonuçta demokrasi kendi özgürlüğünden ödünç vermeden, başkalarının haklarını çiğnemeden, birlikte yaşamın yollarını aramaktır. Demokrasi dışı yönetimler ya otoriter ya da totaliter özellik taşıyabilir. Bu iki rejim tipi cebri özellik taşır. Otoriter rejimde üstünlük tamamen yöneticinin elindedir.

Totaliter rejim ise bir ideolojiyi esas alır. Yöneticilerin bir diktatör özelliği bulunur. Bu çeşit rejimlerde devlet esas olup, millet, rayea (sürü) ve aşiret mantığı hâkimdir. En güzel idari yönetim insanlarını mutlu ve refah kılan, insanların da sorumluluklarını yerine getiren ve özgürce yaşanılan sistemlerin adı olsa gerektir. Hangi sistem bu şartları yerine getiriyorsa en güzel idari sistem o olsa gerektir. Saygılarımla. Prof Dr Hadi Sağlam

Ramazandan sonra ne yapmalı? İnanç dünyamızı nasıl inşa edebiliriz? Ramazandan sonra ne yapmalı? İnanç dünyamızı nasıl inşa edebiliriz?

Editör: Mehmet Yaşar Çiçek