GENÇLER...! YALAN İLE İMAN BİR ARADA DURMAZ.

Allah beni ancak doğruyu söylemekle kurtardı. Kurtuluşun tek çaresi dürüst insan olmaktır.

 Gençler...! Yalan söyleyerek Allah ve Resulünü darıltmak dünyada cehennemi yaşatır. Yeryüzü geniş olsa da bizlere dar yaptırır. Dargın bakışlar borsası ve piyasası kurdurur. Yalan konuşan insan, kendi kendini ateşe attırır. Kimyasını ve kanını bozdurur. İnsanlıktan çıkarır. Cehennemde yaktırır. Benim üslubumla tarihten ibretlik bir yalan hikayesi okuyun:

Abdullah bin Kâ’b anlatıyor: Babam Kâb b. Mâlik gözlerini kaybedince, oğlum elimden tut beni biraz gezdir demişti. Bana şunları anlattı: Akabe gecesinde bulundum. Resulüne söz vermiştim. Resulellah ile Tebük gazvesine katılmamıştım. Tebük gazvesinden başka hiçbir gazveden de geri kalmamıştım. Yalnız Bedir gazvesinde geri kalmıştım. Bu gazveden geri kalan da azarlanmamıştı.

1 Mayıs günü ne anlama geliyor? Emek sömürüsü nedir? 1 Mayıs günü ne anlama geliyor? Emek sömürüsü nedir?

Tebük gazvesinde iki bineğim de vardı. Sonra Peygamberimiz gazvelerde nereye gideceğinin haberini de vermezdi. Nereye gideceğini kimse de bilemezdi. Bu gazvede gideceği yeri de açıklamıştı. Tebük gazvesi, yaz mevsiminde sıcak bir zamanda yapılmıştı. Bütün Müslümanlar teçhizata davet edildi. Hz. Ebu Bekir malının tamamını getirmişti. Geriye ne bıraktın dediklerin de… Allah ve Resulü cevap vermişti. Hz. Osman malının yarısı getirdi.

Ka’b b. Mâlik anlatıyor: Herhangi bir kimse asker arasında sıvışsa, bu hususta vahiy nazil olmadıkça gizli kalırdı. Peygamberimiz bu gazveyi meyvelerin yetiştiği, gölgelerin arandığı bir zamanda yapmıştı. Bende bunlara çok düşkündüm. Peygamber(sav) ve Müslümanlar hazırlığı başladılar. Bende hazırlanmak için çıkar, çarşı pazarda dolaşır geri dönerdim. Derken Resulellah kervanla yola koyuldu. Yola çıkıp arkadan yetişeyim dedim. Fakat bunu da yapamadım.

Resulellah çıkınca insanlar arasına çıktım. Ey vah Ka’b.! Sen de mi münafıksın dedim. Sokaklarda münafıklardan başkası yoktu. Hastalar ve acizler kalmıştı. Peygamber (sav) Tebük’e varıncaya kadar beni anmamıştı. Tebük’te cemaatin içinde otururken Ka’b b. Mâlik nerede demişti. Beni Selime’den bir adam cübbesi ve endamı onu aldattı dedi.

 Muaz b. Cebel onun hakkında ne kötü söz söyledin dedi. Allah Resulüne dönerek Ya Resulullah Allah’a yemin ederim ki onun hakkında iyilikten başka bir şey bilmiyorum dedi. Peygamberimiz sukut etmiş. O sırada beyazlara bürünmüş kervana yetişmek isteyen bir atlı tozu duman katmıştı. Rasulullah bu gelen Ebu’l Hayseme olmasın demişti.  Bir de baktılar ki Ebu’l Hayseme kervana arkadan yetişmişti. Gençler sizlerde Ebu’l Hayseme gibi kervana yetişmek istemez misiniz?

Ka’b b. Mâlik şöyle anlattı. Peygamberimiz Tebük’ ten döndüğünü haber alınca, bütün vücudumu kaygı sardı. Yalanlar düşünmeye başladım. Uydurduğum yalanlar kafamda düğümleniyordu. Nihayet doğruyu söylemekte başka çarem de kalmamıştı. Doğru söylemeye karar verdim. Rasulullah gazveden dönünce ilk önce mescide uğrar. İki rekât namaz kılardı. Halkın işlerini görüşmek için otururdu.

Gazveden geri kalanlar Rasulüllah’ın yanına geldiler. Mazeret beyan ettiler. Seksen küsur kişiydiler. Resulellah içlerini Allaha havale edip onlar için istiğfar talep etti. Nihayet ben geldim. Selam verdiğimde dargın kimse gibi bana gülümsedi. Gel dedi. Yürüyerek yanına gelip önüne oturdum. Bana şöyle dedi. Niçin gazveden geri kaldın? Bineğin mi yoktu? Ya Resulellah senden başkası olsaydı yalan konuşurdum. Onu kandırırdım. Lakin doğru söylemekle Allahtan hayırlı sonuç umuyorum. Yemin ederim ki hiçbir özürüm yoktu.

Ka’b devam etti. Rasulullah işte bu doğru söyledi. Haydi, kalk hakkında Allah’ın hükmü gelinceye kadar bekle dedi. Bende kalktım. Beni Selime’den birçok adamlar peşime takıldı. Sende yalan söyleyip kurtul dediler. Ben benimle birlikte doğru söyleyen var mıdır dedim. Mürura ve Hilal iki yaşlı adam var dediler. O zaman geriye de dönmedim. Rasulullah üçümüzle insanların konuşmasını yasakladı.

Ka’b anlatıyor. Bunun üzerine ahali bizimle konuşmaktan çekindiler. Hatta memleketim bana yabancı gelmeye başladı. Herkes bizi görünce yüzünü dönüyordu. Tanıdığım yer olmaktan çıkmıştı. İçim içime sığmıyordu. Diğer iki arkadaşım o hal üzerine evlerine sindiler.

İki yaşlı evlerinde kapanıp dışarıya hiç çıkmadılar. Sürekli ağlıyorlardı. Ben kavmin en genci ve dinç idim. Müslümanlarla namaz kılmaya giderdim.Çarşı pazarda dolaşırdım. Hiç bir kimse benimle konuşmazdı. Rasulüllah’ın yanına gelir selam verirdim. Acaba selamımı aldı mı yoksa almadı mı diye düşünürdüm. Onun yakınında namaza dururdum. Gözlerimle onu süzerdim. Ben namaza durunca bana bakardı. Ben ona bakınca yüzünü benden çevirirdi.

Çok sevdiğim amcam Ebu Kata’de’ nin bahçesinden içeriye girdim Ona selam verdim. Benimle konuşmak istemiyordu.Allah aşkına söyle dedim. Ben Allah ve Resulünü sevmiyor muyum?  Ben söyledim o sustu, ben söyledim o sustu. Allah ve Resulü en iyisini bilir dedi. Bunun üzerine ağlayarak o kapıdan da döndüm.

Günün birinde mescidin çarşısında geziyordum. Şam kitmirlerinden birisi Ka’b b. Maliki bana kim gösterir diyordu. Ahali beni gösterdi. Yanıma geldi ve bana Gassan melikinin mektubunu getirdi. Mektubu okudum. Efendiniz size karşı uygunsuz hareket ediyor, bize gel sana ikram edelim diyordu. Okuyunca bu da bir bela dedim. Mektubu ateşe atıp yaktım.

 Tam kırk gün geçmişti. Hakkımızda vahiy gelmemişti. Kırk gün sonra Rasulüllah’ın elçisi geldi. Eşinizden ayrı oturmanız kalmanız emrini verdi. Mürura ve Hilal’in eşleri Rasulüllah’ın yanına geldiler. Eşlerinin gece gündüz ağladığını söylediler. Zaten kendiişlerini göremeyecek kadar yaşlandılar dediler. Biz onları bıraksak, ölüme terk etmiş oluruz dediler. Rasulullah sizlere yaklaşmamasının emrini verdiler. Vallahi onların kafalarını sallayacak halleri yoktur dediler. Ya Ka’b sende izin iste dediler. Ben gencim bu halimle nasıl izin isterim dedim. Ben izin isteyemem. Hangi yüzle izin isteyeyim. Bu hal üzere on gün daha kaldım.

Ellinci gün dolmuştu. Evimin damında sabah namazını kılıyordum. Ruhum çok sıkılmıştı. Yeryüzü geniş olmasına rağmen bana dar gelmişti. Oturduğum yerde sızmıştı. Çaresizdim Sel dağında arkasından bir ses müjde diye bir işittim. Rabbimin beni müjdelediğini hissettim. Ey Mâlik’in oğlu Kâ’b, müjde, müjde! ’diyordu. Kurtuluş günü gelmişti. Hemen secdeye ka­pandım.” Hissettim ki rabbim beni affetti.

Hemen koşarak yollara düştüm. Peygamberimiz sabah namazından sonra tövbemin kabulünü halka ilan etmişti. Herkes yollara düşmüş bana müjdeyi ulaştırmaya çalışıyordu. Ben de koşarak Rasulüllah’ın yanına vardım. Yüzü sevinçten pırıl pırıldı. Herkes beni tebrik ediyordu. Senden mi ya Resulellah Allah’tan mı dedim. Allah seni bağışladı dedi. Malımın tamamını bağışlıyorum dedim. Rasulullah hepsini bağışlamayı kabul etmedi. Müjdeyi getirene de iki elbisemi çıkarıp bağışladım. Vallahi ondan sonra iki elbisem hiç olmadı. Yaşadığım sürece doğruyu söylemek kefaretim olsun dedim.

Gençler dinin tek bir emri olsa, O da dürüstlük olurdu. Dinimizin ibadetlerindeki bütün hedefi, dürüst bir toplum inşa etmektir. Bireylerde dürüstlük, kurumlarda adalet farzdır. Gençler...! Yalanla iman bir arada duramaz. Yalan konuşan insanın miadı dolmuş, fosilleşmiş, tefessüh etmiştir. Karakteriyle ayakta duramaz. Yalan konuşana insan denir mi bilemiyorum? Yalanla kıbleye dönülmez, Kabe’ye bakılmaz. Yalan söyleyen Hatîm’ine sokulmaz. Yalan borsasından alış veriş yapılmaz. Yalancının kanına virüs bulaşmıştır. Kimyasını bozmuş, kendini kandırmıştır. Bu konuda en güzel muhasebeci Allah’tır bilesiniz. Saygılarımla. Prof Dr Hadi SAĞLAM

Editör: Mehmet Yaşar Çiçek