RUHUMU KAYBETTİM… BULAN VAR MI?
Bilirsiniz ki namazın, orucun, zekâtın ve haccın bir rüknü vardır. Bu rükünlere itibar edilmezse bu ibadetlerin bir anlamı olmaz. İslam davasının da bir rüknü vardır. Bu davanın rüknü de ÇİLEDİR. Çile çekmeyen bu davayı yüklenemez. Bu davanın çilesini çekenler hakkında bir iki cümle kaleme aldım. Zira bu millet Peygamber dönemlerde ne ile düzelmişse; bugün de onunla düzelecektir. O’da Kur’an’dır. Desene bugün bizlere bir bela tünelinde ağır imtihan düşüyor. Zira Kur’an cennete talip olanların düşebileceği sıkıntıları şöyle beyan buyuruyor:
اَمْحَسِبْتُمْاَنْتَدْخُلُواالْجَنَّةَوَلَمَّايَأْتِكُمْمَثَلُالَّذ۪ينَخَلَوْامِنْقَبْلِكُمْۜمَسَّتْهُمُالْبَأْسَٓاءُوَالضَّرَّٓاءُوَزُلْزِلُواحَتّٰىيَقُولَالرَّسُولُوَالَّذ۪ينَاٰمَنُوامَعَهُمَتٰىنَصْرُاللّٰهِۜاَلَٓااِنَّنَصْرَاللّٰهِقَر۪يبٌ
“Ey müminler! Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: Allah'ın yardımı ne zaman dediler. Bilesiniz ki Allah'ın yardımı yakındır.” Bakara Suresi 214. Ayet
Bugün ki yazım fani dünyada rahatlık arayan Müslümanlar hakkında olacaktır. Rahatlık ha...! Neyin rahatlığı…! Bedenin mi ruhun mu neyin rahatlığı? Müslümanların bu kelime ile bu dünyada ne alakası var. Dünyada ancak hiçbir prensibe bağlı olmayan insanlar rahat eder. YeryüzündeAllah’ın halifesi olarak dolaşan, Allaha kul, Resulüne ümmet olma şerefini savunan, adı ve prensibi Müslüman olan insanrahatlığı düşünebilir mi?
Müslümanların anlamış olduğu rahatlık akşamleyin işinden eve dönünce yemeğinin sofrada hazır olması mıdır? Aklına düşen her şeyi alma ve yapma imkânına kavuşmuş olması mıdır? Terlemeden, yorulmadan, rahatsız edilmeden bir ömür boyu yaşaması mıdır? Eğer bir Müslüman bu ve buna benzer bir rahatlığı hayatında düşünüyse böyle bir rahatlığı Hz. Peygamberin hayatında görmemekteyiz. Onun hayatından vereceğim birkaç misal mevzumuzun gerekçesi olacaktır:
Peygamberimiz buyuruyor ki “Müminin rahatlığı rabbine kavuşacağı andır” buyuruyor. Mekke müşrikleri ResulüEkrem’i rahatlığa davet edince O, onlara şöyle karşılık vermiştir. Güneşi sağ, ayı da sol elime verseniz vallahi davamdan vazgeçmem cevabını vermişti. Günlerce aç kaldı, eziyet gördü ve sürgün edildi. Davasından dönmediği gibi davasından vazgeçmediği gibi hakkı söylemekten de geri durmadı.
Hiç korkmadan ve çekinmeden davasını anlatıyordu. Kapıya vuruyorlar, kapısının üzerine pislik sürüyorlar, Kâbe’de rabbine secde ederken deve işkembesini üzerine geçiriyorlar fakat susturamıyorlardı. Çünkü onu konuşturan Allah (cc) idi. Yolda yürürken müşrikler arkasından koşup üzerine toprak saçıyorlar, daha da ileri giderek mübarek yüzüne tükürüyorlar. Kızları bu durumu görünce O, onlara metin ve ümit var olarak babana bir zarar vereceklerinden korkmayasınız diyordu.
O büyük Peygambere ümmet olma şerefini savunan Müslümanlar.! Peygamberimizin ömrünün çoğu böyle geçti. Rahatlığı elinin tersi ile bir kenara itti. İman namına her türlü fedakârlığa göğüs gerdi. O büyük Peygamberin hayatı şu rükûlardan oluşuyordu. İman ile cihat, mihnet ile bela, sabır ile sebat bundan sonra beklenen yardım geliyordu.
Peygamberimiz diyor ki Allah yolunda hiçbir kimseye bana yapılan eziyet yapılmamış, hiçbir kimse benim kadar baskıya maruz kalmamıştır. Öyle bir otuz gün, otuz gece geçirdik ki ne benim ne de Bilal’iHabeş’inin yiyecek bir şeyimiz var idi. Bilal’in omuzlarını örten bir gömleği mevcuttu.
Genç bir sahabe vardı. Hayatının baharındaydı. Savaşta çeşitli yerlerinden yara almıştı. Oluk oluk kan kaybediyordu. Bir ara sürüne sürüne Rasululah’ın yanına geldi. Kendisini bu işkenceyi yapanlara beddua etmesini istedi. Resulü Ekrem efendimiz sizden öncekilerin etleri kemik tarak ile taranıp ayrılığı halde bu mesele onları dininden döndürmemiştir. Sonunda Allah bu dini mutlaka tamamlayacaktır buyurdu.
Müslümanlar bilmelidirler ki dünya hayatı mükâfat ve ceza yeri değil, imtihan ve iptila yeridir. Her an değişik imtihanlara muhataptır. Bilirsiniz ki namazın bir rüknü vardır. Haccın, orucun ve zekâtın bir rüknü vardır. Bu rükünlere itibar edilmezse bu ibadetlerin anlamı olmaz. İslam’ın bu davasının da bir rükün vardır. Bu davanın rüknü de çiledir. Çile çekmeyen bu davayı yüklenemez.
Bu davanın çilesini çekenler başlarından geçenleri şöyle anlatıyorlar: Abdullah b. Huzeyfe’ye dininden dön diyorlar olmuyor. Çarmıha gerdiler okladırlar yine olmadı. Kaynar kazanın yanına getirdiler. Kazana atıp şehit edeceklerdi. Bu hadiseyi başka bir sahabe anlatıyor. İbn Huzafe kazanın yanına gelince ağladı. O’na niye ağlıyorsun dediler. Kendi kendime şu kazana atılıp gideceksin dedim. Vücudumun tüylerinin sayısı kadar canım olsa da Allah yolunda feda etsem onun için ağlıyorum dedi.
Zübeyr b. Avvam sekiz yaşında Müslüman olmuştum. Üzerime daima belalar dökülüyordu. Zalim bir amcam vardı. Beni hasıra sarar, sonra da hasırı tutuştururdu. Çoğu kez vücudumdan çıkan kanlar ateşi söndürürdü. Yedi sahabe karınlarını doyurmak için bir hurma tanesi emiyorlardı. Dökülmüş kuru yaprakları yiyorlar. Ekmek bulamayıp ağaç yaprakları yiyerek hayatlarını semiriyorlardı.
Bu gün yemeden içmeden ve zevklenmekten başka derdi olmayan biz Müslümanlar. Bunların içinde İslam’ı yaşamak isteyen azınlık Müslümanlar..! Ey Ehli iman..! Meşakkatler ve sıkıntılar çekmeden, inandığımız dinimizin prensiplerini hayata geçirmeden, sırf la ilahe illallah demekle cennete gireceğimizi mi sanıyoruz. Bakın şair ne güzel demiş
Bana ne dedikçe bozuldu çarkın.
İşgale uğradı evinle barkın.
Yeter yattığınız ayağa kalkın.
Dermanınız mı yok ölümüsünüz. Saygılarımla. Prof Dr Hadi Sağlam