Yaşama hakkı nedir? İyilikte ve takvada yardımlaşma nedir? Yaşama hakkı nedir? İyilikte ve takvada yardımlaşma nedir?

prof dr hadi sağlam (4)

VAHIY PROJESİNDEN İLK BÜYÜK KOPUŞ...!

Peygamber (sav)'in vefatı ümmeti yetim bırakmıştır. O günden bugüne ümmetin iki yakası bir araya gelmemiştir. Bütün sorun onun vefatından sonra ümmetin birlik ve beraberliğini nasıl koruyacaktır. Onun vefatından sonra birlik ve beraberliğimizi nasıl koruyacağız. Her derdimizin dermanı, Müslümanların sigortası atmıştı. Doğru liman neresidir. Hangi limana demir atacağız. Musibet yağmurlarından nasıl korunacağız. Müslümanlar sığınak ve barınak aradılar. Peygamberimizin vefatından sonra toplumun bir arada tutulması bir hayli zorlaşmıştı. Onun vefatından sonra iki görüş ortaya çıkmıştır:

Birincisi: Peygamber sülalesi denilen ehlibeyt hangi tarafta kaldı ise doğru istikamet o tarafta olduğuna inanlar ki bunlara taraftarlar yani Şialar denildi. Peygamber kokan gülleri sığınak ve barınak kabul ettiler. Ehlibeytin Peygamber yolunu temsil ettiklerine ve doğrunun temsilcisi ehlibeyt taraftarları olduğuna inandılar. Bu gruplar hala varlığını çeşitli adlar altında sürdürmektedirler. Seyyid veya ehlibeyt adı altında kimliklerini devam ettirmişlerdir. Bu anlayış dünden bugüne toplumların içerisinde  az veya çok çeşitli adlar altında kendilerini devam ettirmişlerdir.Hz.Ali, Hz.Hasan, Hz.Hüseyin, Hz.Zeynel Abidinvb ehlibeyt sevgisi yüreklere taht kurmuştu.

İkincisi isePeygamberin son Peygamber olduğuna inanan, ondan sonra Peygamber gelmeyeceğine ve Peygamberden sonra her insanın eşit olduğuna inanan gruptur ki bunlara ehlisünnetve’lcemaat taraftarları denilmektedir.Peygamberden sonra herkes eşittir. Kimsenin kutsallığı yoktur. Ortak akılla doğrunun bilinmesi yöntemi benimsenmiştir. Bu yönteme ilk dönemler şûra ile icma denirken daha sonraları ehlisünnet vel cemaat kavramıyla ifade edilmiştir.Bireysel aklı değil ortak aklın kararı ehlisünnet yöntemi ve yolu esas alınmıştır. Doğruyu yakalamak için tutulan bu yolun daha isabetli bir yöntem olduğu hususunda genel kabuller bulunmuştur.Yönetimde ve sosyal hayatta birlikte yaşam ilkesi olan ehlisünnet ve’l cemaat projesiPeygamberden sonra en isabetli yol kabul edilmiştir.Ehlisünnet kavramı da bugün anlam kayması yaşamıştır bilesiniz.

Akıl - Vahiy 2

Öyle ki medeni ve sosyal hayattaki gelişmeler, yeni sorunları önümüze çıkarmıştır. Bu sorunları görmemezlikten gelemeyiz. Klasik dönemlerdeki içtihatlar, bu problemlerin çözümü için bir basamak olabilir. Fakat bu problemleri çözmek için ortak ve uzman akla hararetle ihtiyaç bulunmaktadır. Peygamber (sav) bizlere nasıl örnekse, bizler de gelecek nesle örnek olmamız demek, ehlisünnet denilen ilkenin hayata geçirilmesiyle mümkün olacaktır. Bu da konusunda uzman olanların aynı konuda problemin paydaşlarıyla birlikte müzakereler yaparak bir karara varmaları, doğruyu yakalamak için daha isabetli durmaktadır.

Bugün Diyanet İşleri Başkanlığımız mutlak müçtehit anlayışından vaz geçmelidir. Pratisyen hekim gibi her derde deva, müftü veya öğretim üyesinden de vaz geçmelidir. Herkesin bir uzmanlık alanı bulunmalıdır. Bu uzmanlık alanın dışında söz söylenmemelidir. Bugün kenar köşede kendini mutlak müçtehit gören, her derde deva, sözüm ona kitleleri peşinde koşturup kendi hedefi ve iktisadi güç için kullanan, kendilerini akıllı sanan, ulema sayan, duygusallıkla insanları etkileyen kimselerin zaman gelince kendilerini mutlak doğrunun temsilcisi görecekleri açıktır.

Peygamberimizin vefatından sonra teorik olarak Şia’da ehl-i beytin masum imam fikri hâkimken; ehl-î sünnetin de ümmetin yanılmazlığı fikrinde yoğunlaştığı görülür. Bu da bir yönüyle Peygamber (sav)’in vefatından sonra toplumsal otoritenin sağlanması gayesine yönelikken; bir yönüyle de bundan sonra Peygamber ve nebi gelmeyeceğinden, Peygamberin ümmetine şahit olduğu gibi ümmetinin de gelecek nesillere şahit olmasının gereğidir. Bu da masumiyet karinesinin ümmetin yanılmazlığı ilkesinde tezahürünün bir sonucu olsa gerektir. Hâlbuki ümmetten her bir kişinin içtihadında hata etme olasılığı olduğu gibi bütün müçtehitlerin veya ümmetin de hata etme olasılığı her daim mümkündür.

Bu bağlamda kendisi zan üzerine kurulmuş olan yapının varlığının tartışılması da doğaldır. Bunun içindir ki bir kısım bilginler icma’nın ve icma edilen konuların da olmadığını iddia ederlerken; bir kısım bilgin ise bunun aksi görüş içerisindedirler. Yıkıcı olan, birinin diğer görüş sahibini neredeyse din dışılığa iterek fikirlerden çok kişilerin ta’n altında bırakıldığı sübjektif değerlendirmelere imkân verilmesidir. Bu ihtilafın kaynağı vahyi deliller ile ictihadî delillerin hiyerarşisi noktasında yatmaktadır.Ortak akıl, orta yoldur...! kolektif şuurdur. Yol, ehl-i sünnet ve'l cemaat yoludur.Yöntem, şûrâ ile icmâ yöntemidir.Kimlik, ancak ve ancak Müslüman kimliğidir. Bu kimliği Allah (cc) vermiştir. Kabre bu kimlik ile konulur. Kıbleye (güneye) bu kimlik ile gömülür. Desene yol, "orta yol" ve "ortak akıl" yoludur.

Akıl - Vahiy 3

Bilindiği gibi Hz. Peygamber hayatta iken yönetim hukuku alanında sorunlar yaşanmamıştır.Ancak Peygamberin vefatından sonra ümmetin parçalanıp ayrılığa düşmeden insanlığa örnek olması hangi yöntemlerle sağlanacaktır? Hz. Peygamber gibi günahtan korunmuş, günah ve suçu bulunmayan (masumiyet ve masuniyetten) biri de gelmeyeceğine göre bir şeyin iyi veya kötü olduğuna kim, nasıl karar verecektir? Çok temel bir mesele olarak da; naslar nasıl doğru anlaşılacaktır? Bunun için mesele; naslar nasıl doğru bir şekilde anlaşılıp hayata geçirilecek ve topluma ışık tutacaktır?

Kur’ân’da ; “(لِّتَكُونُواْشُهَدَاءعَلَىالنَّاسِوَيَكُونَالرَّسُولُعَلَيْكُمْشَهِيدًا ) “ *…Peygamber sizlere şahit olduğu gibi sizler de insanlara şahit (örnek) olasanız...* ” buyurulmaktadır.Bu ayet inananlara “bir müslüman kimliğinin“ verilmesinden de bahsediyor. Keza naslar Müslümanlara doğrudan veya dolaylı olarak (أُمَّةًوَسَطًاجَعَلْنَاكُمْ )“ *orta yolu”* veya (وَأَمْرُهُمْشُورَىبَيْنَهُمْ ) “ *ortak aklı* ”önermiştir. Bu bağlamda Müslümanlar arasında nasların yorumlanması, toplumsal kabul görmesi ve yürürlüğe konulmasında; ortak aklı esas alan ehl-i sünnet yöntemi olan şûrâ ile icmâ anlayışı tam bu noktada önemli bir ilkedir. Âlimlerin yapmış olduğu içtihatlardan hangisi ortak akılla, şûrâ ile icmâ yöntemiyle yürürlük maddesi yapılırsa bu ümmet için bağlayıcı olmaktadır.

Sonuç olarak inançta ehl-i sünnet algısı, sosyal siyaset gereği, ya ehl-i hadis veya ehl-i reye paye çıkarmak için kullanılmış, ya da sünnetin dönemsel pratik uygulamasına yansıtılmış yahut da mezheplerin dönemindeki içtihatlarına uyumun gereğine hasredilmiştir. Keza idare hukuku alanında ise pratikte bireysel veya seçkin Müslümanların kararlarını (biât veya ehlü’l hal ve’lakd) veya sosyal hukuk alanında seçkin âlimlerin teorik ve pratikteki bireysel ve ortak akıllarının kararlarının yürürlüğü (kıyas veya icmâgibi) her daim tartışılmıştır.

Kaynak: Haber Merkezi