Gençler…! الصدقأمانة،والكذبخيان Doğruluk bir emanettir. Yalancılık hıyanettir. İslam dininin asıl hedefi doğru ve dürüst insan yetiştirmektir. Devlet bazında da adil bir devlet kurmaktır. Gerçek kişilerde doğruluk, tüzel kişilerde adalet aranır. Bu iki temel ilke insanlığın temel değerleridir. Bunun için Peygamberimiz dünyada da ahirette de, insanı kurtaracak tek ilke nedir? diye sorulduğunda “Allah’a inandım de dost doğru ol” buyurmuştur.
Bunun için ilk Halife bu ilkeyi şu şekilde ifade etmiştir. الصدقأمانة،والكذبخيانة Doğruluk bir emanettir. Yalancılık hıyanettir. الصدقأمانة)) Halife, İslâm’ın en önemli ilkesi olan doğruluk ve dürüstlüğe veciz bir söylemle dikkat çekmiştir. Öyle ki doğruluk ve dürüstlük, bir emanet, güven, teminat, garanti ve sigorta olduğuna vurgu yapmıştır.
Bir tüzel kişilik olarak devlet, insan haklarını korumaya yönelik, adaleti sağlamakla yükümlü bir araçtır. Devlet, vatandaşları arasında adil bir hakem görevi üstlenmiş, imtiyazlılar ve sahipsizler diye ikili taksimata imkân tanımayan bir üst kurumdur. Devletin adalet şemsiyesi altına bütün vatandaşlar girmeli, eşit muamele görmelidirler. Adaletin tesis edilmediği toplumlarda, ne devlet ne de insan ayakta kalabilir.
Mazlumların omuzlarını sıçrama taşı gören idareciler, hakkın emirlerine itaati da unuturlar. Elbisesine, odasına ve bineğine verdiği değeri, halkına vermeyebilirler. Devletin ve idarecilerin asli görevi, insana hizmettir. Halifenin bu ifadesiyle, bireysel olarak doğruluk, kurumsal olarak adaletin sağlanmasına işaret etmiştir. (KİŞİLİK VE ÇİFT KİŞİLİK. ŞAHSİYETSİZ ADAM HER DAİM TOPLUMUN DOLGU MALZEMESİDİR)
İnsanoğlunun dürüstlüğü ile doğrudan alakalı olan bu temel değerler, insanın ve insanlığın onuru için en önemli ilke kabul edilir. Bir toplumda bu temel ilkenin yozlaşmasının birey ve toplumları sıkıntıya düşürdüğü bilinmektedir. Trafiğe çıkması sakıncalı olan araçlar ne kadar trafiğe sıkıntı verirse (fren ve kuralsızlık gibi) bu ilkenin yozlaşması durumunda birey ve toplumlar o denli sıkıntıya düşerler.
Konuyu bir örnekle somutlaştırmak gerekirse, Hz. Ebû Bekir’in şöyle dediği rivayet olunur: Ya Rasûlullah! Ben ihtiyarladım. O da; (فَاسْتَقِمْكَمَاأُمِرْتَ)"Beni de; Hud süresi kocalttı" buyurdular. Bu ayet, hakka ulaşmanın tek yolunun istikamet olduğuna vurgu yapmıştır. İstikamet ise yaşadığı hayatın her alanında, doğruluk ve dürüstlükten ayrılmamaktır. İlkeleri korumaktır.
Keza üstlenilen bütün görevlerde Allah’ın emrine uygun hareket etmektir. Öyle ki istikamet, kulluk ve sosyal görevlerin ifasında hiç eğilmeden, takva üzere (sağa sola yalpa yapmadan) kamu ve özel hukuka riayet etmektir.
Keza bu ayette, istikametten ayrılmayan kişinin, kendisiyle ve değerleriyle barışık, kendi hayatını en güzel şekilde tanzim etmiş olacağına da vurgu yapılmıştır. Öte yandan bu ayet, kendisi istikamet ve doğruluktan zarar görse de sonunun selamete çıkacağına işaret etmiştir.
Sonuçta bu ayet, Peygamberimiz (sav), yüklendiği sorumluluğun ağırlığına, bu sorumluluk karşısında musibetlere karşı sabır ve sebat etmenin, eğilmeden kavi durmanın, takvanın zorluğuna ve sorumluluğun büyüklüğüne de dikkat çekmiştir.
Keza istikamet, Müslümanlar için hayat prensibi, bir ilke olmalıdır. Sorumluluk, doğruluk ve dürüstlük, insan olmanın ön şartıdır. Peygamberimiz bu ifadesinde; dinin bir sorumluluk olduğu, bu sorumluluğun ifasında doğruluğun ilke olduğu, dürüstlüğün ise erdemli bir insan davranışı olduğu, bu ağır sorumluluğun hakkıyla ifası karşısında saçlarının ağardığı, kurtuluşun ancak doğrulukta aranması gerektiğine vurgu yapmıştır.
Keza Hz. Ebû Bekir’de bu ilkeden hareketle “doğruluk bir emanettir” buyurmuştur. Hz. Ebû Bekir, doğruluk hayatın anayasal ve ahlakî bir ilkesi, Allah’a verilmiş bir söz olduğuna, doğru ve dürüstlüğün ihlali halinde ise emanete hıyanetlik yapılacağına, kişilerin, kendi kıyametlerini kendileri hazırlayacaklarına işaret etmiştir. İslâm dininin aslî hedefi, doğru ve dürüst bir toplum oluşturmaktır. (CILIZ ŞAHSİYETLER, TAKLİTLE BESLENİR. GÜVEN RUH GİBİDİR, TERK ETTİĞİ BEDENE ASLA GERİ DÖNMEZ.
والكذبخيانة)) Halife, doğruluğun zıddının yalancılık, ihanet, sözünde durmama, kandırma, aldatma ve hainlik olduğuna dikkat çekmiştir. Yalan; toplumun huzurunu kaçıran, insanları birbirine düşüren ve toplumun huzurunun bozulmasına sebep olan büyük bir günahtır. Bu sebepledir ki Peygamberimiz: "Müminde her özellik bulunabilir, ancak yalan ve emanete hıyanet asla bulunamaz" buyurmuştur.
Doğruluk ve yalan, hak ile batıl gibi ayrı uçlardır. Doğruluğun zıddı yalan, sadâkatin zıddı ise hıyanettir. Öte yandan Peygamber (sav), “benim ümmetim zina yapar, kumar oynar ama asla ve asla yalan söylemez” buyurmuştur. Bu rivayetlerde insanın kimyasını bozan çürümeden, yani münafıklık alametinden söz edilmiştir. Bu münafıklık alametlerinin ve bu çürümenin ise “yalan söylemek, söz verip sözünde durmamak ve emanete hıyanetlik etmek” olduğu bilinmektedir.
Genellikle bu iki temel değerin dışındaki nefsani arzu ve isteklere göre işlenen günah ve yasak fiiller, kişilik bozukluğu olarak değil, nefsine uyma ve günah olarak değerlendirilir. Ancak insanların “yalan söylemek” ve “söz verip sözünde durmamak” ile “emanete hıyanetlik etmek” gibi temel değerler hususundaki lakaytlıkları bir toplumun kendi aralarındaki fesadı açısından güven vermeyeceği ve toplumu felakete sürükleyeceği kuşkusuzdur. (YALAN İLE İMAN BİR ARADA DURMAZ. BUNUN İÇİN YALANIN DOSTU, DOĞRUNUN DÜŞMANI ÇOKTUR.)
Gençler...! Bir değişime ihtiyacımız olduğu kesindir. Bunun için her nefes yeni bir başlangıçtır. Kimlik değil, kişilik önemlidir. Desene öncelikle kişilik ve şahsiyet eğitimi gereklidir. Saygılarımla. Prof Dr Hadi Sağlam