Bu sevdanın vuslatı da yoktur. Bilgi yüklü olup da düşünmeyen kafa bir tür kapalı kütüphaneye benzer. Kişi ölünce kütüphane de yok olur. Kur’an’ın birinci ilkesi okumak ve düşünmektir.

Düşünmeden ezber yapan kişiler, kafaya bilgileri yüklerler. Bu kişiler düşünce üretemezler ve yaratıcılıkları da yoktur. Edindikleri bilgileri hafızalarına teyp gibi yüklerler. O kişi bir kütüphane gibi ne ararsanız bulursunuz. Fakat kafaları çalışmaz, üreticilikleri yoktur. Paradan para kazanmak ne kadar ahlaki değilse düşünmeden okumak ve ezberlemek de o kadar doğru değildir. Üretimden para kazanmak ne kadar doğruysa düşünce üretmeden yaşamak o kadar tehlikelidir. Düşünce farklı, düşünmek farklıdır.

Düşünmeyen beyinler kütüphane gibi kilitlenmiş beyinlerdir. İnsanlığın çöküşünü bu beyinler hazırlamıştır. Bu beyinler, İslâm’ın şekline bağlanıp ruhunu anlamamışlardır. Kafataslarına doldurulan bilgiler, hafızada ağır yük olarak kalırlar. Kur’an ifadesiyle bilgi yüklü merkepler gibidir.

Bazıları Aristo mantığının kıyasını kullanarak bilim yaptılar. Dinin aslını bu kıyas da gördüler. Yaptıkları pek çok kıyas da bugün din gibi kabul edildi. Klasik dönemin pek çok kıyası, sosyal problemlerin çözümünde bir engel olarak görülmüştür.

Örneğin Kur’ân, şahitlik meselesinde bir erkek, biri unuttuğunda diğeri ona hatırlatacağı iki kadın meselesi hemen her hukuki davalara teşmil edilmiştir. Bu kıyas fıkıh kitaplarında evlilik dâhil teşmil edilmiştir. Bu kıyasın doğru bir kıyas olmadığı açıktır. Özel şartların dikkate alınmadığı görülmektedir.

İnsanlar, beden hareketleriyle cennete gireceğine inandılar. Dini sembolleri, maddi gerçekler olarak anladılar. İslâm’ın ruhunu maddede erittiler. Aristo’nun kıyas mantığıyla dinin önünü tıkadılar. Bir kısmı Aristo’ya kızıp felsefeyi de katlettiler. Pireye kızıp yorganları da yaktılar.

Felsefeyi kaldırmakla İslami düşünceyi yok ettiler. Düşünmek felsefe yapmak, âşık olmaktır. Ruhu yok ederek, ruhun selametini aradılar. Geçmişi tekrarlayan insanları bilgin sandılar. Yazık üniversiteler hala bu yöntemden vazgeçmediler. Bindikleri dalları kestiler. Kur’an nedir denilse düşünmek, akl etmek ve ibret alınacak bir kitap denilmesi gerekirken Kuran nedir sorusuna adeta ezberlemek ve sesle dile getirmek denilmektedir. Lafzı manaya tercih etmiş bir millet, terakkiyi yakalayamayacaktır. Problemlerini çözemeyecektir.

Din kardeşliği nedir? Mülkün sahibi kimdir? Din kardeşliği nedir? Mülkün sahibi kimdir?

Oysa insanlar, lafızlar ve kanunlar ölürler.  Baki kalan ruhlarıdır. İnsanlar, lafızlar ve kanunlar ölürler ve yeniden bir güneş gibi doğmak zorundadır. Bu ise sünnetüllahtır. Atalarımızın diniyle övünmeyelim. Dinin önünde kütük olmayalım. Yakılan manevi ateşi söndürmek için koşmayalım. Yıldırım sesini duymamak için parmaklarımızı kulaklarımıza tıkamayalım.

Toplum düşünmeyi, üretmeyi terk edip üretileni ezberleyip tekrarlamak prim yaptı.  Zamanla bu kavram ve bilgileri kutsallaştırarak mutlak doğru olarak algılamaya başlamışlardır. Oysa sosyal hayatta değişim sünnetullahtır. Değişmeyen tek şeydir. Bu bağlamda değişmeden yaşamak ölümdür. Değişim ise canlı kalmaktır.  Oysa bugün suya sabuna dokunma dediler. Oysa su sabunla kiri çıkartır. Hep kirli mi kalalım.

DESENE FELSEFE ÂŞIK OLMAKTIR.

BU AŞKIN MEYVESİ DE DÜŞÜNMEKTİR.

DÜŞÜNMEYEN BEYİN ÖLÜ BEYİNDİR.

Saygılarımla.

Prof. Dr. Hadi SAĞLAM

Kaynak: Haber Merkezi