Karanlıkta dolaşan insanlar gibiyiz. Gökyüzünde bulutlar mı var, sis mi kaplamış her yanımızı, güneşi göremiyoruz. Yoksa gözlerimiz mi görmüyor. Kulaklarımız mı işitmiyor. Kalplerimiz mi çalındı. Fıtratımız mı bozuldu? İslâm dünyası bugün kıvranıp duruyor. Mürekkep cehalet.

Naslar, tarih boyunca akan bir nehir gibi aktıkça akıyor. Fırat ve Dicle nehri gibi coştukça coşuyor. Bütün beldelerden ve köylerden geçip gidiyor. Herkes bu sulardan istifade ettikçe ediyor. İçtikçe içiyor. İnsanlığa gönderilen bir nehir. Kur’ân ve Sünnet. Bu İslam dinin ırmağı / suyu, her çağın derdine derman, her bireyin aşkına fermandır. Yoksa nasları miyop bir gözle mi okuyoruz? Acaba hep dar açı problemlerine mi alıştık? Dik açıyla kendimizi temize mi alıyoruz? Bilirkişi raporu gibi.  Desene matematikçiyiz. Oysa dünya geometri dünyası olmuş gibi.

Öyle ki geometrik bir düzlemde yaşıyoruz sosyal olaylarda iki ikinin dört mü ediyor bilemiyorum. Yoksa on eder desek faizden mi sakınıyoruz? Bir üçgenin iç açılarının toplamı 180’dir derler. İster dar, ister dik, istersen geniş açı olsa da üçgenin dışına çıkamadığımız sürece işlem hacmimiz hep 180 demektir. Ama unutma ki bir üçgenin dış açılarının toplamı 360’tır. Yine unutma ki dünya, iç ve dış açıların toplamı kadar geniş ve bu kadar da genişlemiş ve farklılaşmıştır.

Tarım, sanayi, bilgi ve uzay toplumu vb. Nasların yürürlüğü dün olduğu gibi bugün de adeta tefrika sebebi olmuş gibi. Öyle ki mahiyetleri bir olsa da dillerin yapısı, kavramların kalıbı gibi farkındalık ortada. Yoksa aynı şeyleri farklı dillerle farklı kavramlarla mı ifade ettik. Acaba kavramlara farklı elbiseler mi giydirdik. Bugün kardeş kardeşi tanıyamaz oldu. Keza kardeş, kardeşi kavram kargaşasıyla dövüyor. Bünyamin Yusuf’u tanıyamamış galiba. Kimin kimi dövdüğü de belli değil. İmkân desen Müslüman, olasılık desen kâfir mi oluyor insan. Miyop gözlük mü kullanıyoruz yoksa hipermetrop mu?

Tarihten günümüze mutlak doğrunun tarafları her daim ola gelmiştir. Ebu Cehiller, Ebu Şüfanlar, Ebu Lehebler. Vay mutlak doğrunun sahibi.  Desene Tanrı yeryüzüne inmiş.  Müşrikler Allah’a inanırlar, kendilerinin mutlak doğru olduğunu sanırlardı. Babalarımızı atalarımızı bu yolda bulduk derlerdi. Bu yönüyle Peygamberi de dinlemediler. Kendilerinin mutlak doğru olduklarını iddia ettiler ve şirk koştular.

Günümüzde insanlar da çağdaş putlar edindiler. Çok da sofi göründüler. Oysa biz Müslümanlar, isabet edersek Allah’tan, hata edersek kendimizden bilirdik. Musavvibe, Muhattıa. Ama bugün mutlak doğrunun temsilcileri türemiş gibi. Hmmm. Tarihteki Hariciler, Mürcieler, Mutezileler gibi. Hristiyan dünyasının Katolik, Ortodoks ve Protestan ahlakı. Müminlere bu taun hastalığı mı sıçradı? Taundan nice beldeler yok oldu, kimileri de göç etti. Bir dönem mikroplarlasavaştıkveyenik düştük. Adeta insanlık öldü. Rabbim tekrar diriltti. Desene bizler de hastalığa yakalanmış gibiyiz. Mikroplarla, çeliklerle,tüfeklerle savaşımız halen sürmektedir.

Bugün de savaşımız halen devam etmektedir. Yoksa bugün matematik değil, geometrik bir felsefeye mi ihtiyacımız var? Acaba felsefemiz mi yok? Buhari’nin dediği gibi yollar 7 metre olsun bakalım. Âşık mı olamadık? Felsefe âşık olmaktır, derlerdi. Aşık olmak, sevgiyle yoğrulmak, ağıtlar dökmek, türküler yakarak sevgisini izhar etmekti. Vay felsefe mi yapamadık bilemiyorum?

 Müslümanlar, Kur’ân’ın hükümlerinin katî ve zannî olduğuna bakmaksızın vahyolunduğu dönemden kıyamete kadar geçerli ve evrensel olduğuna inanırlar. Keza Müslümanlar, Kur’ân intizamının gerçekleşmesinin temel rüknü bu nasların anlaşılmasında yattığına da inanırlar. Bütün problem, bu nasların doğru anlaşılması, doğru yorumlanması ve doğru uygulanmasıdır.

 Sosyal hukuk alanındaki nasların, doğru anlaşılması, yorumlanması ve uygulanması hiç kuşkusuz ayrı bir metodoloji ve üslubu gerektirir. İlk dönemlerde naslardan yapılan kıyaslar üzerinde ciddi bir tartışma başlamıştı. Kıyası oldukça geniş tutarsan problemleri çözersin denmişti. Kıyas kavramı yerine istihsân kavramı kullanılınca kıyamet kopmuştu. Dine akıl girmiş sapık olmuştu. Üstüne üslük bir de daha geniş bir form istislâh kavramı çıkınca artık dünyanın sonu gelmişti. Kavramlar dövüşü o günlerde başlamıştı.

 Daha sonra sosyal hukuk alanında yürürlük sağlamak için kitaplarımızı nesihle doldurup bindikleri dalı kestikleri halde nesih kavramını bir süre sonra kendi evlatları gibi sevdiler. Zaman sonra bu kavrama da alıştılar. İllet değişince hükümler değişir, ilkesini esas alarak, İslâm hukukuna yürürlük sağlamak için kolları sıvadılar. Bu takdirde lafız ve mana çatışması doğdu.

 Mekâsıtçılık bir kurtuluş simidi oldu ona sarıldılar. Endülüs kendi işiyle, kendi canıyla uğraşırken, cami havlusuna bırakılan bir çocuk misali Şatıbi’yi de sevdiler. O da zaman sonra bize çok sevimli gelmişti. Daha sonra tarihsellik ve evrensellik yöntemiyle İslâm hukukuna yürürlük sağlamak isteyenler çok oldu fakat buna cesaret edemediler. Kimi hocalarımız da ben de tarihselliği cami önünde bir çocuk gibi buldum, baktım kimse ona sahip çıkmıyor bari ben sahip çıkayım dedim diyor.

Yaşama hakkı nedir? İyilikte ve takvada yardımlaşma nedir? Yaşama hakkı nedir? İyilikte ve takvada yardımlaşma nedir?

Tarihte pek çok bilgin örf ve adetle İslâm hukukuna yürürlük sağlamak istemişler. Öylesine ki Kurandaki hükümlerin ekserisinin örf ve adet üzerine bina kılındığını, örf ve âdetin değişmesiyle bu hukuki hükümlerin değişebileceğini söylerler. Gördük ki hemen her bilgin farklı kavramlarla, İslâm hukukuna yürürlük sağlamaya çalışmışlar.

Bütün problem demek ki bu yürürlük meselesinde olduğu anlaşılmaktadır. Ancak kedi fareyi yakalıyorsa renginin önemi var mıdır bilemem? Karanlıkta her biri diğerine sille sallıyor gibi. Karanlıkta kavram dövüşü, halen sürmektedir. Kavramlar değişse de aynı gaye için farklı kavramlarla farklı yumruklar atmışlar.

Bugün Kur’ân’ın hiçbir ahkâmının fiili uygulamasından pratikte söz etmeyen, icraya gayret göstermeyen Müslümanlar, bu yürürlük yöntemleri alanda birbirlerine daha fazla yaralamaya yönelmişler. Kur’ân’ın özel ve genel hükümlerinin bilinmesi ayrı bir derinlik ve donanım ister. Öyle ki Buhari, sahihinde yolların yedi zira yapın hadisini zikreder ki Hz. Ömer’in yolları on zira yapınca bazıları ehl-i sünnet yolunu terk ettiğini, bidate saptığını o gün söylerler. Desene ibadet ve sosyal hukuk alanı ayrımı toplumların problemi olmuş gibi.

 Keza özel ve genel hukuk ayrımı farkındalığı fark edilememiş gibi. Klasik taklit anlayışı. Sloganlarımız hep bir ağızdan yaşasın padişahım! Desene gelin hep birlikte ayni sloganı atalım. Geçmişimiz onurumuzdur, biz geleceğimize bakalım. Mazi beşerin çocukluk dönemidir. Hep çocuk mu kalalım.

O halde yaşasın kavram dövüşü. Ben ehl-i sünnetim, sen bidatçısın. Ben evrenselim, sen tarihselci. Ben makasıtcıyım, sen lafızcı. Ben Müslümanım, sen sapık. Desene bunlar kıyamet alametleri. Yetmedi biat, ehl-i sünnet, ehlü’l hal ve’l akd, demokrasi ama biz yine de yaşasın cumhuriyet diyelim. Bizim oğlan bina okur, döner döner bir daha okur. Değişime direnenler, değişimi reddedenler. Sordum sarıçiçeğe dinleyelim bakalım.

Prof Dr Hadi SAĞLAM

Kaynak: Haber Merkezi