İSLAM DİNİ Mİ YOKSA FÂKİHLERİN DİNİ Mİ? DESENE DİN Mİ YOKSA DİN KÜLTÜRÜ MÜ?
Bilindiği gibi sigorta, bir öngörünün hâkim olduğu bir yardımlaşma ve dayanışma tekniğidir. Sigorta primlerinden oluşan fonların işletilmesinde, bu fonların garantili bir kâr getiren alanlarda değerlendirilmesi, yanlış yorumlara sebebiyet vermiştir. Klasik kavramların insanlar gibi öldüğünü, fakat ruhlarının baki kaldığını, sigorta gibi yeni kavramların doğduğunu, fark edememişe benziyoruz. Bugün devletin sosyal güvenlik açıklarını, devletin hazinesinden finanse etmesini hiç tartışmıyoruz. Hak etmediğimiz para da olsa, devlet veriyorsa, bunu helal görüyoruz. Devletin yardım amaçlı verdiği krediler de olsa, riba korkusuyla haram görüyoruz. Hani derler ya bir kuş bir çan üzerine konmuştur. Çanın üzerine pislik yapmıştır. Ey kuş...! Müslümansan bu çanın üzerine neden kondun. Hristiyan’san bu çanın üzerini neden pisledin var ya. Bizim durumumuz da sanki buna benzemektedir.
Oysa tohumlar susayınca, toprağı gök emzirir. Ağaçlar susayınca, yaprağı kök emzirir.
Keza tedbir almadan takdire sığınmak, sünnetüllaha bir isyandır. Doğal yasayı bir ihlaldir. Bir bedevi gibi devesini bağlamadan tevekkül edilmesine benzemektedir. Hani var ya deveni bağla sonra tevekkül et rivayeti ne kadar da anlamlıdır. Farkında olmadan kendi sorumluluğumuzu başkasına yüklüyoruz. Aynaya bakıp da başkasını görüyoruz. Desene kader ve kaza anlayışında da sınıfta kalıyoruz.
İman, Müslümanların zorunlu sigortasıdır. Her ne kadar iman etmek konusunda ihtiyari bir tercih hakkı verilse de. Dünyanın sigortası, sosyal güvenlik araçlarıdır. Bu araçlar sayesinde, sağlıklı ve kaliteli bir sosyal hayat yaşarız. Yaşam kalitemizi iktisadi güvenle artırırız. Topyekûn barışa hep birlikte gireriz.
Bugün soysal değişme ve gelişmeler karşısında “sorumluluk hukuku” yeniden yorumlanmış sonuçta; “kusursuz sorumluluk ilkesinin” kabulü “sigorta” kavramını ortaya çıkarmıştır. Bugün sosyal güvenliğin zorunlu araçlarından gerek zarar sigortaları gerekse meblağ sigortalarının her birinin mantığı aynıdır.
Her iki sigorta çeşidi de ihtiyaç duyulan bir “tedbir” olarak görülmeli ve sigortalılar topluluğunun aralarında gerçekleştirdikleri bir “yardımlaşma ve dayanışma” olarak görülmelidir. Bu yardımlaşma ve dayanışmanın kavramsal bazda “sigorta kavramı” ile ifade edilmesi bu sözleşmenin yardımlaşma ve dayanışma mahiyetini değiştirmez. Keza sigorta fonunun işletilmesinden doğan kârın bir teşvik unsuru olarak görülmesi, sigortalıların yardımlaşma ve dayanışma gayesini de ortadan kaldırmaz.
Devletin teşvikleri yanında, fonun garantili alanlara yönlendirilmesi, bunun da kâr saikıyla desteklenmesi, sosyal güvenlik tedbirlerini sadece devletin doğrudan vergilerden finanse etmek yerine tarsim, kredi sigortası, hayat sigortası ve bireysel emeklilik sistemleri gibi yeni finansal araçlar üreterek, bireyleri de işin içine katması, devletin sosyal hukuk alanında ortaya koyduğu sosyal siyaset politikalarından biri gibi durmaktadır.
Fonların zorunlu olarak devlet garantili yatırımlara yönlendirilmesi ve böylece üretime katkı sağlanmasıyla elde edilen gelir, ribâ değil devletin bir yardımı ve ihsanı olarak görülmelidir. Bu garantili yatırım alanlarının (iktisadi anlamda reel piyasa koşulları da dikkate alındığında) hukuken haksız kazanç olarak değerlendirilmesini de doğru bulmuyoruz. Yıllardır sosyal güvenlik sisteminin (SGK'nın) açıklarının, devletin hazinesinden karşılanırken, bir haksızlıktan söz edilmemesi de düşündürücüdür.
Desene kamu hukuku ve özel hukuk ayrımı yeterince fark edilememiş olduğu anlaşılmaktadır. Bir hukukçunun hukuk sosyolojisini, psikolojisini, felsefesini ve siyasetini bilmeden sağlıklı karar veremeyecekleri açıktır. Örneğin; klasik fıkıh kitapları, efendi ile köle arasında riba cereyan etmez diyorlar. Eşler arasında riba cereyan etmez diyorlar. Baba ile evlat arasında riba cereyan etmez diyorlar. Devlet ile vatandaş arasında riba cereyan eder mi bilemiyorum?
Devlet babanın Allah yokluğunu vermesin. Devletimiz bizim sığınağımız ve barınağımızdır. Korunaklı bir limanımızdır. Devlet felsefemizi yeniden gözden geçirmeliyiz. Yoksa bir yerlerde hata mı yapıyoruz, bir metodoloji sorunumuz mu var bilemiyorum. Baba ile çocukları arasında, devlet ile vatandaş arasında riba cereyan eder mi konusu akıl yormaya değer bulmaktayım. Saygılarımla Prof Dr Hadi Sağlam