Bugün; İslâm dünyası en karamsar, en çaresiz ve perişan dönemlerinden birini yaşamaktadır. Adeta ruhlar birbirinden ayrılmış, içten içe birbirleriyle savaş ilan etmişlerdir. Artık ne camide cem olmaları, ne cumaları ve bayramları ne de hac ibadetleri ruhi birlikteliklerini sağlamıyor. Bunun tek sebebi olabilir. O da ahlaki ilkelerin yozlaşmasıdır. İlkelerine isyan eden toplumlar asla iflah olamazlar. Batılın hak, hakkın batıl görülmesidir.
Oysa bugün Müslümanlar geleneksel ve ilahi emir olan ibadetlerine titiz davrandıkları halde bu birlikteliği sayamadılar. Desene bugün insan vicdanı ve ruhu adeta esir alınmıştır. Düşünmeyi günah sayan bir toplum oluşmuştur. Keza sefaleti din sayan, taassup yoluna girilmiştir. Birey sorumluluğundan öte sürü kültürü tekrar hâkim kılınmıştır. Kalbe ok atılıp hemen her vicdan kirletilip yaralanmıştır. Desene vicdanlar yaralanmıştır.
Sonuçta insanların ruhlarına esaret zinciri vuran, onları köleleştirip şartlandıran, özgürlüklerini çalan insanlar, bu toplumda hala hürmet görüyorlarsa; İslâm dünyası bu sefaletten kurtarılamayacaktır. Öyle bir toplum yapısın oluşmuştur ki BUGÜN İNSANLIK HER KUVVETLİYİ ALKIŞLAMADAN USANMAMIŞTIR.
Öte yandan bugün her türlü şer ve fitne kendisini mübarek gösterebilmektedir. Her biri başka bir şerri yemekle kendisi kilo alıp büyümektedir. Sözde bu insanlar adeta cenneti parselliyorlar. Öyle ki dini hayat adeta maddeye, ses, şekil ve hareketlere büründürülmüştür. Şekil var ama ruh ölmüştür.
Bir kısım insanlar da ruhlarını kaybetmişlerdir. Günlerini adeta sese hayranlıkla mevlit, dua, mukabele ve kasideyle geçirmektedirler. Özde değil kabukta kalmışlardır. İslam’ın birinci emri olan cehaletle mücadele etmekten çok şekle yönelmişlerdir. Kılınan namazlar, kendilerini haksızlık ve adaletsizlikten (yani fuhşiyattan ve münkerattan) alıkoymamaktadır. DESENE DÜN OLDUĞU GİBİ BUGÜN DE KUVVETİN ADINI HUKUK KOYMUŞLAR.
Kendisi için istediğini, kardeşi için isteyecek kadar, ibadetlerinde de yaptırımı yoktur. Dün olduğu gibi bugün de haksızlık ve hukuksuzluk altın çağını yaşıyor. Ayakların baş, ayak olduğu toplumlarda problemler çözümsüz kalıyor. Menfaat ve çıkar odakları davul çalıyor. Dürüst insanlar gölgede kalıyor.
Desene münafıklığa prim yaptırılıyor.Bu anlayışla onurlu insan yetiştirilmesi mümkün gözükmemektedir. Bugün dürüstinsan sefil bir varlık haline gelmiştir. Öyle ki bugün insan, nefsinin ve midesinin de kölesidir. Dürüst ve onurlu insan için beden ve ruhunun birlikte nikâhı gerekmektedir.
Saygılarımla.
Prof Dr Hadi SAĞLAM