HAYATTA DOĞRU HER DÖNEM ZAVALLI OLMUŞTUR. 

Hani derler ya İslam, garip gelmiş, garip de gidecektir. Ne mutlu garip olanlara diye…! Bu rivayetleri bugün daha iyi anlamaktayız. Bugün sosyal hayatta, herkesin istidat ve kabiliyetlerine göre, iş verilmesi, emek sermayelerinin israf edilmemesi, kalkınmamızın temel dinamiklerinden birini oluşturur. Bu bağlamda (İş-Kur gibi) iş organizasyonlarının daha sistemli ve organizeli hale getirilmesi zorunludur. Bunun için birey ve toplumların emek ve sermayelerinin organizasyonu için kapsamlı özel birimler oluşturulmalıdır. Bu birimlerin verimli ve sağlıklı sürdürülebilmesi için aklı iyi kullanmalıyız. Herkesin iş problemleriyle yakından ilgilenmeliyiz. Emek ve sermaye piyasası organizasyonunu daha ciddi yapmalıyız. Emeğin israfına son vermeliyiz.

Biliyorsunuz ki yastık altında tutulan, ekonomiye sokulmayıp atıl bırakılan malların cezalandırılmasının bir hikmeti olsa gerektir.  Bu bağlamda bir toplumun kalkınması için iktisadi barajların kurulmasının farz nitelikli olduğu anlaşılmaktadır. Öyle ki halkın yastık altı teminat akçesi olarak bilinen, birikimlerinin ekonomiye kazandırılarak devletlerin kalkınması için iktisadi barajların kurulması, güçlü devlet olmak için ciddi dinamiklerden biri kabul edilir.

Bilindiği gibi bir toplum içerisinde istidat ve kabiliyetleri farklı olan her tip insan bulunmaktadır. Bu istidat ve kabiliyetlerine göre sosyal hayatlarına şekil vermeliyiz. Bu insanların her birinin sosyal hayatta iş bulabileceği organizasyonlara gidilmelidir. Bu bağlamda her bir insanın elinden tutulmalıdır. Gerek sermayelerigerekse emekleri arasındaki organizasyonların sağlanması konusunda devlet teminatlı kurumsal yapılanmalara gidilmelidir. Bu bağlamda emek ve sermaye israfının önlenmesi ve kurumsal yatırımcı sıfatına ulaşılması için tedbirler alınması gerekmektedir.  Bu yazımda İslam kültür tarihinde, emek ve sermayedarlar için geliştirilen şirketleşmeler konusunda, bir analiz yapmak istiyorum.  Örneğin;  

Bir kısım insanlar, müteşebbistirler fakat sermayeleri yoktur. Bir kısım insanların da sermayeleri vardır fakat müteşebbis değillerdir. Bu kimseler klasik ifade ile mudârebe ortaklığı kurabilirler. Diğer bir ifade ile birçok kimsenin parası ve sermayesi olabilir fakat çalışma gücü veya müteşebbis yeteneği olmayabilir. Başka kişilerin ise çalışma gücü veya müteşebbis yeteneği vardır fakat sermayesi veya parası bulunmayan bu iki insan tiplerini bir araya getirerek bir şirket kurulabilir. Bu şirkete bugün emek – sermaye ortaklığı da denilmektedir. Bu ortaklık çeşidiyle emeğin sömürülmesine müsaade etmemek kaydıyla, ciddi projelere imkân tanınabilir. Bugün maalesef emek ve sermaye ortaklığı ciddi boyutlara ulaşamadığından, pek çok gencimiz işsiz kalmasının nedenleri arasında sayılabilir. 

Çeşitli iş yerlerinde emeğiyle çalışan işçilerin emek sömürüsü hâlâ bir şekilde devam etmektedir. Kapitalizm bugün bu kişilerin emeğini sömürerek, kilosunu daha da artırma gayretindedir.  İşte böyle kimseler için İslam dininin meşru gördüğü mudârebe şirketi kurarak mufâvaza (eşit) veya inan (eşit olmayan) şeklinde ortaklıklar kurabilirler. Bugün emek-sermaye ortaklığı pratikte kendini daha fazla göstermesi lazım gelirken; klasik dönem tarım toplumu şartlarının getirdiği ekonomik anlayışın ne yazık ki hâlâ sürdürülmekte olduğu, tarım toplumu şartlarının üzerine çıkılamadığı anlaşılmaktadır. Yapılan çalışmalara bakıldığında klasik dönem söylemlerinin ötesine geçilememiştir. Mudârabe şirketi ciddi anlamda ekonomi içerisinde yer alamamasının pek çok nedenleri bulunmaktadır.

Hukuk devleti nedir? Yönetimde liyakat nedir? Hukuk devleti nedir? Yönetimde liyakat nedir?

Keza toplum içerisinde her iki tarafın da sermayeleri bulunabilir. Bu kimseler sermayelerini bir araya getirerek ortaklıklar kurabilirler. Bu ortaklıklara klasik dönem ifadesi ile emvâl ortaklığı denilmektedir. Öyle ki bir kısım insanların hem parası hem de çalışma gücü olmakla birlikte sermayeleri yetersizdir. Yapacakları iş için sermaye ve emeklerini daha güçlü hale getirmeleri gerekmektedir. İslam mufavaza ve inan şirketleriyle bunların ellerinden de tutmuştur. Bu kişiler sermayelerini bir araya getirerek, mal, mülk yahut emvâl şirketi kurabilirler. Bu kişiler, kurdukları şirketler sayesinde âtıl duran ekonomilerine işlerlik kazandırmanın yanı sıra devletin ve milletin kalkınmasına da katkı sağlanabilir. Ne yazık ki bu kadar önemli konularda devletin öncülük yapıp tarafların haklarının korunması ve profesyonel yönetimle kurulan şirketlerin dal ve budak atmasına katkı sunulabilir. Böylesine önemli olan emek sermayelerinin ekonomiye kazandırılarak devletin ve milletin güçlenmesine, refah toplumun oluşmasına katkı sunulacağı açıktır.

Keza toplum içerisinde bazı insanlar sanatkârdırlar. Bu insanlar sanatlarını bir araya getirerek klasik ifade ile sanayi ortaklığı kurabilirler. Öyle ki toplumda bir kısım insanlar vardır ki sermayeleri olmasa da meslekleri vardır. Mesleklerinde uzmanlaşmış ve meleke kesp etmiş bu insanların, ellerinden tutulması gerekmektedir. Bu sanatlarının ve mesleklerinin icrası ve gelişmesi, âtıl bırakılmaması gerekmektedir. Farklı sanatlarda veya aynı sanatları ifa edenlerin bir araya gelerek / getirilerek bir şirketleşme kurmaları önem arz eder. Bu kişilerin sanatlarının yok olmaması, bu sanatların ifasının topluma kazandırılması önemli bir gelişme kaynağı olarak kabul edilmelidir. Bugün sanatkâr insan bulmanın ne kadar zorlaştığı bir Türkiye’de yaşıyoruz. Çünkü sanata ve sanatçıya bu bağlamda vereceğimiz önemle kalkınmaya ivme kazandırılabilir. Bu şahıslar birleşerek büyük müesseseler kurarak seri bir şekilde fabrikasyon usulü çalışabilmeleri için sanayi şirketi kurmaları meşru kılınmıştır. Bu şirketleşme toplumların atıl ve pasif duran mesleki emek sermayelerini aktif hale getirecektir. Topluma ciddi katkılar sunacağı malumunuzdur. 

Keza bazı insanların ne sermayeleri ne de meslekleri vardır. Bu insanlar da güvenilir insanlar iseler klasik ifade ile vucüh ortaklığı kurabilirler. Öyle ki toplum içerisindeki insanların bir kısmının da sermayesi bulunmaz, sanatkâr de değillerdir, hiçbir meslekleri de bulunmamaktadır.   Bu insanların insan olarak kişilikleri düzgün ve itibarları varsa, bunların da itibar ortaklığı kurarak veresiye borç alıp ürünleri satabilirler. Borç para elde edebilecek, veresiye mal alabilecek itibara sahip olduklarından, bu kişiler için İslam hukukçuları itibar şirketi klasik ifade ile  vucüh şirketine cevaz vermişlerdir.  Bu tür şirkette de güven unsuru esas olmakla birlikte, teminat sağlama hususunda devletin de yeterli desteğin ve teminatının sağlanması elbette önemlidir. İtibar ve güveninin en büyük sermaye olduğu toplumlar daha başarılı toplumlardır. Para kaybı temin edilse de çoğu kez itibar kaybı temin edilemez.

Keza bazı kimseler bağ ve bahçe işlerinden, ziraattan anlayabilirler. Fakat bu kimselerin bağ ve bahçeleri bulunmayabilir. Bu kimseler de klasik ifade ile  muzara, müsakat ortaklığı kurabilirler. Öyle ki bir kısım insanlar tarla, bağ ve bahçe sahibi olup işletme imkânından mahrumdurlar. Bir kısım insanların durumu da bunun aksinedir. Bunlar için de ziraat ortaklığı klasik ifade ile muzâraa ortaklığı veya bağ-bahçe ortaklığı klasik ifade ile müsakaat ortaklığı caiz görülmüştür.

Bugün bağ ve bahçelerin âtıl bir vaziyette bekletilmeleri bu toplumun geleceğinin tehlikeye sokulması anlamına gelmektedir. Buraya kadar ifade etmek istediğim hemen her alanda âtıl sermayenin topluma ve ekonomiye kazandırılarak iktisadi barajlar kurulması ve barajlardan elektrik ve sulama yapıldığı gibi iktisadi barajlardan da kalkınma ve toplumların geleceğine imzalar atılabilir. Sonuçta insanların içinde bulunacağı her durum nazara alınarak hepsinin ortak olabileceği çeşitli ortaklıklar kurulabilir. Bütün bu ortaklık şekilleri, ister ya mufavada ya da inan şeklinde kurulabilirler. Mufavaza şeklindeki kurulan şirketler, ortakların birçok bakımından tam eşitliğini esas alırken; inan ortaklığı ise eşitlik aranmayan türlerini ifade ederler. Saygılarımla. Prof Dr Hadi Sağlam

Editör: Mehmet Yaşar Çiçek