HER HAK SAHİBİNE HAKKINI VERMEK...! (HUKUK DÜZENİ)

Bütün Peygamberlerin ve akıllı insanoğlunun öğrendiği bilgileri, pratikteki hayatına tatbik etmesi ve sonra da başkalarına aktarması zorunludur. Nitekim Kur'ân قُمْ فَأَنذِرْ  ifadesiyle bunu veciz bir şekilde dile getirmiştir. Bu bağlamda İnsanoğlunun hayat boyu vereceği mücadelenin adı, hukuk (şeriat) mücadelesidir. Bu hukuk mücadelesi, bireylerin ve toplumların birlikte yaşama projesinin genel ilkesidir. Bu ilke ihlal edilirse kaos ortaya çıkar. Kendine faydası olmayan bilginin, başkasına faydası olması tartışılır.

Ramazandan sonra ne yapmalı? İnanç dünyamızı nasıl inşa edebiliriz? Ramazandan sonra ne yapmalı? İnanç dünyamızı nasıl inşa edebiliriz?

Bu ayet bize, okuyup öğrendiğini, sosyal hayatta pratiğe yansıtmak için hukuka göre hareket etmemiz gerektiğine vurgu yapmıştır. Böylece insanlığın tevhit ilkesinin temeli atılmıştır. İslam dininin bu asli genel ilkesi olan ayet, öğrendiğini pratiğe aktarmak zorunlu olduğunu ifade etmiştir. Bütün Peygamberlerin ve kâmil akıllı insanoğlunun dünyada asli görevi, birlikte yaşam projesi olan bu tevhidi ilkeyi esas alarak, hukuk  (şeriat) düzeni kurmaktır. Bu bağlamda her Peygamber, sosyal hayatta, vahyin belirlediği sosyal siyasete uyarak, hukuk mücadelesi vermiştir. Bilindiği gibi tevhit akidesine göre, her insan eşit yaratıldığı, doğuştan verilen eşit haklara sahip olduğu gerçeğinden hareket edilmiştir. Tevhidi sağlayamayan toplumlar, özgürlüğünü kaybetmiş köle toplumlardır.

Bugün her ne kadar köleliğin şekli değişmiş olsa da esasta kölelik sadece karın tokluğuna çalışan değildir. Keza kölelik mahiyet değiştirmiş olsa da başkasının kafasıyla düşünen ve gezen insan toplulukları da köleliğe örnek gösterilebilir. Bu toplumlarda bireyler, ya haksız gelir elde edilen riba / sömürüsüne maruz kalırlar ya da istibdat altında cehennemi yaşarlar. Sürü toplumların kaderi çoğunlukla böyle olmuştur. Tevhit akidesini gerçekleştirmek için öncelikle hukuki (şer’i) düzenleme yanında bu hukuki düzenlemeyi (hak ve yasa kavramını) toplumsal kabul haline dönüştürmek gerekmektedir. Toplumlarda hukuk ve yasa kavram bilinci, kolay yerleştirilememiştir.

Bu bağlamda tarihten günümüze menfaat ve çıkar kavgaları pek çok haksızlıklara sebebiyet vermiştir. İnsanoğlu, dün olduğu gibi bugün de hak ve hukuk kavramlarını istismar etmiş, tevhidi akideyi gerçekleştirememiş olduğundan halen sömürülmektedir.

Artık insanoğlu o kadar istismar edilmiş ki bugün insanların sözleri doğru bile olsa güvensizlik hat safhaya çıkmıştır. Desene insanların zihinlerinde hak ve hukuku yerleştirmek toplumlar için kolay olmayacaktır. Bunun için “ ehlisünnet yöntemi ” ve “ ehlü’l hal ve’l akd ” ilkelerine hararetle ihtiyacımız bulunmaktadır. Dün ahirete inanç kavramıyla, bu haksızlıklar önlenmeye çalışılmış olsa da bugün bu ahiret inancı zayıfladığından çoğu kez dünyada yaptırımı olmamaktadır.

Bugün karşılığını ahirette alırsın yaygın bir yaptırım söz konusu olmuştur. Hesapları ödemek ahirete kalmıştır. Bugün hükmün ahirete ertelenmesi kararı, suç tekerrür etse de halen devam etmektedir.

Hemen her Peygamber, cehaletle ve hukuk mücadelesi vermek için yeryüzünde görevlendirilmişlerdir. Her akıllı insanın görevi de bu iki genel mücadeleyi vermek zorundadır. İnsanlar doğuştan eşit haklarla doğdukları kabulü yanında, adil bir düzen kurmaları için tevhidi bir anlayışı hâkim kılmak sorumluluğunu yüklenmişlerdir.

Tarihten günümüze cehaletle mücadele ve hukuk (şeriat) mücadelesi verilmiştir. Toplu yaşam için önerilen hukuk kurallarına Arapçada şeriat bugün ise hukuk kavramı kullanılmış, insanı merkeze alarak, hakça bir adil düzeni hedeflenmiştir.

Bugün Müslümanlar arasında kavram dövüşleriyle maddi savaştan daha büyük tahribatlar yapılmıştır.  Cehaletin tahsili yapıldığı toplumlarda tuz kokmuş ve tevhidi terazi çoktan bozulmuştur.

Oysa İslâm dininin hükümlerinin bir kısmı dinin özünü, değişmez sabitelerini, genel geçerlerini oluşturur. Bunlar insanlığın temel ve evrensel ilkeleri olup nas (sübut ve delaleti katî) olarak ifade edilirler. Nasların sübutu katî, delâleti hükümlere kati olabileceği gibi zannî de olabilir. Nasların sübutu ve delâleti katî olan hükümlerinin her türlü yoruma kapalıdır.

Bu bağlamda şayet naslardaki lafzın birden fazla manaya delâleti yoksa yani tek manaya geliyorsa bu nassın hükme delâleti kesindir. Ancak nassın hükümlere delâleti zannî olanlar ise nassın lafızlarının yorumlanmasında birden fazla ihtimalin bulunup bulunmaması diğer bir deyişle birden fazla manaya açık olup olmayışına yani çeşitli şekillerde tefsir ve tevil edilebiliyorsa o ayetin hükme delâleti zannîdir.

Nassi katî ve nassı zannî meselesi âlimler arasında halen problem olmaya devam etmektedir. İçtihatların nas gibi görüldüğü toplumlarda işler daha da karmaşık hal almıştır. İslam, her insanın ve devletin, hakkı olanı, hak sahibine vermeyi emretmiştir ki bunun adı da günümüzde hukuktur. Saygılarımla. Prof Dr Hadi Sağlam

Kaynak: Haber Merkezi