Kuran-ı Kerim, Allah’ın dünyamızı aydınlatması için gönderdiği bir nurdur. İnsanların dünya ve ahret hayatlarını düzene koyacak ve onlara;  dünya ve ahret mutluluğunu sağlayacak bir nur.

Günümüzde bütün İslam Âleminin bu nura çok ihtiyacı var. Ve gerçekten de bütün İslam Âlemi, bu nura susamış durumdadır.    
Ancak İslam Âlemi, bu nurdan nasibini bir türlü alamıyor.  Sadece bu nurdan doya, doya faydalanmak için, kana kana içmek için koşup duruyor. O İlahi nurun akışını görüyor ve sadece o ulvi ve ilahı sesi dinliyor.
Tabii ki; “Oku!” Allah’ın ilk emridir. Evet!
Ancak! Kuran; sadece okunup, dinlemek için gönderilmemiştir.  Kuran; bir vaaz, bir öğüt,  bir beyan, aynı zamanda bir bildiri ve uyarı, en önemlisi insanı, insanlığa yönlendiren İlahî bir kelâmdır.
Ama günümüzde;  sadece okuyup dinlemek veya anlamını yarım, yamalak bilmek yeterli oluyor.  Hemen, hemen İslam âleminin genele yakının da ve çoğunlukla uygulanan;   güzel okumak ve dinlemektir. Güzel okuma yarışmaları düzenlemektir. Eğer Kuran’ı Kerim’i güzel okumak değil de;  iyi anlamak, iyi öğrenmek ve iyi uygulamak yarışmaları düzenlenseydi, bu gün İslam Âlemi, yerlerde sürünüyor olmazdı.
Fakirlik, yolsuzluk, haksızlık, kan, gözyaşı ve onursuzluk içinde boğuluyor olmazdı. Avrupalıların; hizmetçisi olmak için denizlerde boğuluyor ve kapılarına dayanıp onlara yalvarır durum da, olmazdı.
Kuran, yalnızca insanların ölüm ötesi hayatlarını ilgilendiren hususları açıklayan, ibadetler hakkında bilgi veren ve Allah’ın birliği ve varlığını ortaya koyan delilleri değil,  O!  Aynı zamanda insanların dünyada nasıl mutlu olabilecekleri hususunda da, yol gösterendir:
"Ey insanlar! İşte size, Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdeki dertlere bir şifa, müminlere doğru yolu gösteren bir hidayet ve rahmet geldi." (Yûnus (Bakara 2/219). "   İşte düşünüp anlayasınız diye Allah size ayetleri açıklar"(Bakara 2/266). " ... İşte biz, düşünen bir toplum için ayetleri böyle açıklıyoruz"(Yunus 10/24) " ..
Sana da bu zikri (Kuran-ı) indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın, ta ki düşünüp anlasınlar" (Nahl 16/44).
"Eğer biz bu Kuran-ı bir dağa indirseydik, şüphesiz onu, Allah korkusundan baş eğerek parça, parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz" (Haşr 59/21).
Aynı konuyla ilgili olarak tedebbür ifadesi de kullanılmıştır.  10/57) .   Bunun için İslam da tefekkür çok önemlidir,
Tedebbür; işlerin sonunu düşünmek, işin sonuna bakmak, bir işin sonunu başından hesap etmek, dikkatli olmak, anlamak, Kuran ayetlerini derinlemesine düşünerek anlamına vakıf olmak ve doğru yorumlara ulaşmak ..gibi manalara gelir.
Bu hususla ilgili ayetlerin bazılarının anlamı da şöyledir: "Hala Kuran üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi?" (Nisa 4/82). "Onlar bu sözü (Kuran-ı) hiç düşünmediler mi?" (Mü'minin 23/68). "Bu Kuran, çok mübarek bir kitaptır. Onu sana indirdi ki, ayetlerini düşünsünler ve aklıselim sahipleri öğüt alsınlar" (Sad 38/29). "Kuran'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli midir?" (Muhammed 47/24).
Kuran; sadece sevaptır diye okunacak veya dinlenecek veya geçmişe ait bir kitap değil, varlığını ve rehberliğini kıyamete kadar sürdürecek olan, ötelerin, ötesinden gelen, çağları aşan ve kucaklayan, ilahi  bir nurdur.  Bu dünyada ve ahirette, mutlu olmanın rehberi olan bir kitaptır.  Bütün insanların, dünya ve ahiret hayatını,  hatta ebede kadar mutlu olma ihtiyaçlarını karşılayan bir kitabıdır.
Bu zikredilen ayetlere ve Rabbimizin! Kuran’ı Kerim de: sık, sık : “Hiç düşünmez misiniz?” Diye sormasına rağmen;  günümüzde çoğumuz, hatta genele yakınımız düşünce fakiriyiz.
Basit bir örnek: Cemaati çok olan bir caminin, namaz çıkışı kapısında duralım ve namazdan çıkan insanlarımıza: “Günde beş vakit namazın her rekâtında, (Yani günde, 40 defa okuduğun) Fatiha Suresi’nde; Allah-u Teâlâ’ya ne diyorsun?”  Hiç düşündün mü? Diye soralım! Ben inanıyorum ki çoğunluğu; sadece okuyordur. Ve dinliyordur! 
Çoğunluğumuz, gözümüzün önünde, yılların doğruları olduğu halde; bu tanıdığımız, bildiğimiz doğrularla ilgili duyduğumuz yalanlara, komplo uydurmalarına, iftiralara, ne yazık ki çok kolay inanıyoruz. Çünkü İslam’ın irfanından yeteri kadar nasibimizi alamamışız.
İslam’ın İrfanından insanımızın nasibini alması ve bu günkü gibi bir Hristiyan kopyası olarak yaşamaması için;  Diyanet İşleri Başkanlığımızın görevinin yeniden düzenlenmesi şarttır, diye düşünüyorum.
Ben Müslümanım diyen, insanlarımıza inançları konusunda, hizmet edenlerin çok iyi yetiştirilmesi gerekiyor dan öte; günümüzde elzemdir. 
İnsanlarımız büyük bir ekseriyeti dinini kulaktan dolma ve yarım yamalak biliyor.   Duyduğuna inanıyor. Okuyup araştırmıyor. Kaynağından öğrenmiyor.  Duymak istediği doğrultuda ve düşünce fakirliğinin gereği doğrultusunda davranıyor.
 Bu günkü halimizle, bu durum gayet normal! Bu Konuda:
1-İmam Hatip Liseleri, Üniversiteye öğrenci hazırlayan okullar değil de gerçekten İmam ve Hatip yetiştiren okullar olarak yeniden düzenlenmelidir.
2- Bir din görevlisi öncelikle;  Kuran’ı Kerim’ in ayetlerini ve ayetlerin meallerini ezbere bilmelidir. Okuduğu surelerin meallerini cemaatine öğretmelidir. İnsanın, ruhsal ve bedensel gelişimini, psikoloji. Sosyoloji, felsefe ve Türk İslam tarihini çok, çok iyi bilmeli ve özümsemiş olmalıdır.
3-  Hitabetin yanında, öğretim metot ve tekniklerini uygulama becerisine sahip olmalıdır.
4- Artık günümüzde herkes istediği ve ihtiyaç duyduğu bilgiye kolayca erişebiliyor.  Din görevlileri sadece alanında uzmanlaşmalıdır. “ Yarım doktor insanı candan, yarım imam, dinden eder” Sözünün ispatlayıcıları olmaktan, sadece ezberin prensleri olmaktan kurtarılmalıdır.
5- Her dini kurum ve kuruluş; çevresinin dini eğitimlerinden sorumlu olmalıdır. 10 bin kişinin ikamet ettiği bir çevrede; eğer bir Camiye, bir Cem Evine, veya İslam’ın irfanını vermeye çalışan bir mekâna…  100 kişi bile gelmiyorsa; oturup çok iyi düşünmemiz gerekiyor.
6 -İnancına vakıf olan bir insanın; bir başkasını, inanıcından dolayı yargılamayacağı bilinci: ülkemizde vatandaşımız olarak yaşayan her bireye verilmelidir. İnancından dolayı İNSANI, YARGILAMA HAKKI; YALNIZ ve ANCAK ALLAH’ IN olduğunu; herkes çok iyi bilmelidir.  Çünkü insanı inancından dolayı yargılamaya kalkmak şirke girmektir. Tövbe! Tövbe! Allah’ lığa soyunmaktır.   Şirk de İblisliğin son mertebesidir.
Tabii ki! Doğruluğu, dürüstlüğü, iyilikleri tebliğ etmek her Müslümanın görevidir.
7-Milletimizin değer yargıları; sosyal medyaya ve yayın organlarına çok etkileyici bir şekilde yerleştirilmelidir; Bu günkü gibi insanımızın bilmediği, sözlüğünde dahi olmayan, günah ve suçları, insanlarımıza öğreten, yayın ve paylaşımlara asla müsaade edilmemelidir.
8- Bizi, biz yapan değer yargılarımız; bu milletin her ferdine, çok iyi öğretilmeli ve özümsetilmelidir.  Bu değer yargılarının korunması, sürdürebilir olması için her türlü çareye başvurulmalıdır.
9-Köşe yazımlarımda; birkaç defa bu konuları dile getirmiş ve Kültür Bakanlarımıza göndermiştim.
Bu milletin tarihini ve kültürünü, birlik ve beraberliğini, huzur ve refah içinde yaşamasını sağlayacak değer yargılarımızı, insanlarımıza öğretecek;  tüm yayın ve paylaşımlar; nakit para ile desteklenmeli, zıttı olanlar da; nakit para ile cezalandırılmalı ki;  etkili olabilsin diye yazmıştım. Uygun olan tüm paylaşımlar ve yayınlar, maddi ve manevi olarak bolca desteklenmelidir. Kızlarımız  zayi..!  Oğullarımız soytarı   …! Olduktan sonra; senin kalkınmış olman, senin fikir özgürlüğün, hürriyetin ne işe yarar ki?  
 10- “Çocuğun eğitimi ve terbiyesi, ailede başlar.” Sözü, bir tarafa bırakılmalıdır. Ortada aile olmazsa;  eğitimi nasıl olur ki? Anne, baba, kendisi bir şey bilmiyorlar ki, çocuklarına ne öğretsinler?  Öncelikle, aile olma, anne ve baba olma eğitimi verilmelidir. Aile olmak, tüm araç ve gereçlerle desteklenmeli, öne çıkarılmalı, gençlerin özenecekleri bir hale getirilmelidir.
11-Millet olma, devlet olma kavramları, milletimizin her ferdine; okul ve dini kurum ve kuruluşların işbirliği ile çok iyi verilmelidir. Verilmelidir ki;  bu lüks ANADOLU COĞRAFYASINDA YAŞAYANLARIN DA LÜKS OLMA MECBURİYETİNDE OLDUKLARININ bilincinde olsunlar.
Bu topraklara. Selçuklularla ayak basan bizler; en uzun süre bu topraklarda kalan millet olmuşuz. Ama çok ağır bedeller ödemişiz ve ödemeye günümüzde de devam ediyoruz. Bu topraklara ayak basışımızın resmi tarihi kabul edilen; 1071 Malazgirt Meydan Savaşını baz alarak; kabataslak bir araştırıma yapmıştım. Bu topraklara geleli 1000 yıl olduğunu kabul etmiş ve bu topraklarda kalabilmek için yapılan savaşlarda; bu güne kadar verilen şehit sayısını hesaplamıştım.  Bu sayıyı 365.000 güne bölmüştüm. Her güne tam: 7 (yedi) şehit düşüyor.
Pekii! Bu gerçeği;  bu güne kadar, eğitimimizin hangi basamağın da, kaçıncı sınıfında; insanlarımıza öğretebildik? İnsanlarımızın beyinlerine kazıya bildik?
Kim öğretti ki?  Ne ekildi ki, ne biçilsin? Kocaman bir:” HİÇ”! 
Ama! ABD.de ki,  Kayalık Dağların yüksekliği ve nice. nice... Hiç kimsenin işine yaramayacak boş bilgiler, bu milletin evlatlarına öğretiliyor!  Ve kasıtlı olarak; eziyet çekmeleri ve oyalanmaları sağlanıyor.
Bu gün hala bu topraklar için,  bu vatan için, genç yaşta, fidan gibi delikanlılar toprağa düşüyor, şehit oluyor.
 Pekii! Niçin bu toprakların zenginliklerinin tadına doya, doya varanların, günlerini gün edenlerin, umurunda değildir bu şehitlerimiz?   
Hatta bu topraklara ihanet etmeye çalışanları da,  birlikte, seyretmiyor muyuz?
 Evet!!Her millet, kendi coğrafi yapısına, kendi sosyal yapısına, kendi tarihine,  kendi insan yapısına, kendi inanç ve kültürel yapısına,  kendi değer yargılarına, kendi milletinin ihtiyaçlarına göre; kendi çocuklarını yetiştirmeye çalışır.  Buna göre bir eğitim- öğretim müfredatı hazırlar.    Ve bu müfredatı günün şartlarına göre de güncelleyerek geliştirir. Biz hala bunu başaramadık.
Hala; ilkokul öğrencilerine; çocuğun ruhsal ve bedensel gelişimiyle ilgisi olmayan, yüklü ödevler veriyoruz. Hala sıralama sistemiyle; meslek liselerine ve üniversitelere öğrenci almaya devam ediyoruz.
 Milli Eğitim sistemimizde çok köklü;  bizim için ve bize göre olacak şekilde bir değişiklik yapmamız elzem hale gelmiştir.
Yoksa bugünkü halimizle; adımız Türk, dinimiz Müslüman olur; ancak bir hırstıysan kopyası gibi yaşamaya başlarız ki; bu gün ki gidişat; bunu zaten çok iyi gösteriyor.
Bu köklü değişikliği zamanında ve başarılı bir şekilde yapamazsak;  bu kutsal topraklarda yaşayan herkes,  kaybeder.
Bu gün, ihanet içinde olanlar zannetmesinler ki kendileri kaybetmezler!  Bu topraklar çamurlaşırsa; herkesin paçası; içinden çıkılamayacak ve çok kötü bir şekilde çamur olur. Kendisi de ailesi de, bu bataklıkta;  zelil ve sefil olurlar. Ve hatta telef olur. Tıpkı 100 yıl önce olduğu gibi….?
 Yüz yıl önce; bu topraklar da yaşamanın bedelini ödemek istemeyenler; salgın hastalıklardan, yokluktan ve açlıktan, tedarik imkânsızlıklarından telef olmuşlardır.
Asla! Unutmamalıyız! Bizler, aynı geminin yolcularıyız.
Mahmut KILIÇ - Emekli Lise Müdürü