Her millet, kendi coğrafi yapısına, kendi sosyal yapısına ve kendi kültürel yapısına göre; kendi çocuklarını yetiştirmeye çalışır.
DEĞERSİZLİĞİ, DEĞER HALİNE GETİRMEK
Her millet, kendi coğrafi yapısına, kendi sosyal yapısına ve kendi kültürel yapısına
göre; kendi çocuklarını yetiştirmeye çalışır. Biz, millet olarak bunu başaramadık.
Başarmak bir tarafa, yanlışın farkında bile olamadık.
Eğitim ve öğretim müfredatları mızı kendimize göre düzenleyemedik.
Öğretmenlerimizi ve imamlarımızı kendi öz değerlerimize göre yetiştiremedik. Bunun
acısını bizler çektik, bizden sonrakiler de çekmeye devam ediyorlar.
İnsanlarımızın dertlerini kendilerine dert edinenler; sadece sokağa ve basın yayın
organlarına intikal eden hadiselere baktıklarında, durumun ne kadar kötüye gittiğinin,
ne kadar içler acısı bir durumda olduğunun farkına varabilirler.
Daha çocuk sayılacak yaşlardaki kız ve erkek öğrencilerimiz bıçakla, tabancayla,
birbirlerini yaralamaya ve öldürmeye çalışıyorlar. Okul çıkışlarında sokaklar; on bir,-
on iki yaşında ki çocuk sevgililerle doluyor.
Sokaklarda, kızlarımız ve kadınlarımız, çağdaşlık adına, medeni olmak adına,
anadan üryan geziyorlar.
Mehmet Akif:
Kim demiş Avrupa insanı medeni
Ne edep var ne haya çırıl çıplak bedeni
Eğer medeniyet açıp saçmaksa bedeni
Desene hayvanlar bizden daha medeni. DER.
Zamanında; TV. Dizilerinin, aile yapımızı ve milletimizin değer yargılarını yok
ettiğini, defalarca yazdım. Hatta yazdıklarımı; Kültür Bakanlarımıza postaladım.
Ancak sesimi duyuramadım.
Şimdi halimiz ortada.
Camiden birlikte çıktığımız, 30- 40 yıldır dost diye geçindiğimiz arkadaşımız;
yanımızdan biraz önce ayrılan diğer dostumuzun aleyhinde konuşmaya başlıyor.
Olmadık sözler söylüyor. Sözünü kesip; “Sen bu arkadaşımız hakkında; nasıl böyle
şeyler konuşursun?” Diye sorduğunda: “Falanca bunu iyi tanıyor. O bana söyledi.”
Diyor.
Pekii! O, gözleriyle görmüş; şahit olmuş mu?
Biz yıllardır beraberiz. Biz nasıl görmemişiz de, o görmüş?
Şu hale bak! 30- 40 yıldır dost bildiğimiz ve her gün gözümüzün önünde olan
arkadaşımızı savunacağımıza; onun hakkında söylenenlere inanabiliyoruz ve zan
duyabiliyoruz. Onu kıskanan ve iftira eden aşağılıklara katılabiliyoruz. Kuran ı Kerim
den bu konudaki ayeti okumak istediğim de; sözümü kesiyor ve: “Bizim cemaatte senin
söyleyeceğin her şeyi ben çok dinledim. Ben her şeyi biliyorum” Diyor.
Yani! Çürümüşlüğümüz ve yozluğumuz, zirve yapmış durumda.
İşte bizi, hücrelerimize kadar tanıyan, dost bildiklerimizin hali! Seni
savunacağına, doğru bildiklerini söyleyeceğine, zan duyuyor. Dostuna, arkadaşın,
yapılan iftiraya katılıyor!
Toplumumuzun halini, zaten hep birlikte, ibretle seyrediyoruz.
Bu nasıl bir çürümüşlük?
Pekii! Bu toplumu huzur ve refah içinde yaşatan, tarihin derinliklerinden
süzülerek gelen ve büyük kitleler tarafından kabul edilmiş olan; DEĞER
YARGILARIMIZA NE OLDU?
1991 de Belçika’ya gitmiştim. Çok güzel bir aile işletmesi olan, bir otelde
kalıyordum. Oteli yaşlı bir çift çalıştırıyordu. Zemin katın yarısını kendilerine ev,
yarısını da lobi yapmıştılar. Atalarından miras kalmıştı.
Arkadaşlarım ve hemşerilerim beni misafir ettikleri için gece çok geç vakitlerde
otele geliyordum.
Kapıyı açan yaşlı hanımefendi, kapıyı her açtığında; bir şey isteyip istemediği mi
soruyordu. Bir akşam: “ Benim istediğim sizlerde olmaz. İyi geceler.” Dedim.” ( Ben
aynı zamanda Fransızca Öğretmeniyim.)
Israrla yolumu kesti ve ne arzu ettiğimi sordu.
- Bir Türk Kahvesi olsa içerim dedim.
- Lütfen! Oturun! Hemen getiriyorum! Dedi.
Elinde bir tepsi ve fincanlarla geldi. Gerçekten de kahveyi nefis yapmıştı.
Kaldığım sürece birlik de, kahve içip sohbet ettik. 1967 de Kanuni Sultan
Süleyman ve Osmanlı hakkında doktora yapmak için İstanbul’a gelmiş. İstanbul da ve
Bulgaristan’da araştırmalar yapıp doktorasını hazırlamış.
“Grande Sultan!” (Büyük Sultan) Kelimelerini öyle bir hayranlıkla telaffuz
ediyor ve Kanuniyi bana, gün, gün anlatıyor ki; ben ne okumuşum, ne de duymuşum.
Lise Müdürü olduğumdan, Üniversite okumuş olmamdan utanıyodum.
Bir akşam sohbet sırasında bana:
- Osmanlının torunlarını hep öldünüz mü?”
- Ülkenizde bir sürü Türk var ya! Dedim.
- Türkler ülkemize geliyorlar diye çok sevinmiştim. Koşup tanıştım! Yardımcı
olmaya çalıştım. Ancak gelenler benim tanıdığım ve okuduğum Türkler değildiler.
İlkeleri, değer yargıları olmayan, ne oldukları belli olmayan kişiler bunlar!
- Osmanlının Torunlarına ne oldu? Hepsini öldünüz mü?
- Ne desem ki? Mecburen onların ülkemizde olduklarını, Varlıklı olduklarını,
hizmet etmek için buralara gelemeyecekleri doğrultusunda bir şeyler söyledim.
- Çok sevindi. Ben biliyordum!
- Türk haksızlığa asla müsamaha etmez. Asla mazlumun ezilmesine müsaade
etmez, Hemen soyunur ve meydana girer. Hak ve adalet için canından vazgeçer. Helal
ve haramı bilir. Asla yalan söylemez. Namusludur, onurludur, vakurdur ve şereflidir!
İşinin hakkını verir..!
- Vay be! Bizi, bizden iyi tanıyordu!
Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz:
Gelmişiz, dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!
Kapkaranlıkken bütün afakı insaniyetin,
Nur olup fışkırmışız tâ sinesinden zulmetin,
Peki! Niçin iki yüz yıldır, insanlarımız bu hale getirilirken, biz, biz yapan değer
yargılarımız elimizden alınırken biz niçin uyanamamışız?
Kendisini rahmetle anıyorum,.
Eski Millet Vekillerimizden Bahri Dağdaş Bey’ in söyledikleri aklıma geliyor:
Meclis kürsüsünden yerel şivesiyle milletvekillerine hitap ediyordu. Muhalefete mensup
milletvekillerinden biri, Meclis kürsüsün de bile yerel şivesini değiştirmeden konuşan
Dağdaş a : “Sen git, önce konuşmanı düzelt de gel.” diye laf attı.
Rahmetli Dağdaş da ona : “ Ben Babamı çok seviyorum. Resmime bakıyorum,
babama benzediğimi görünce, annemi, daha da çok seviyorum. Siz kime
benziyorsunuz? Kimi seviyorsunuz? Onu bilemem.” Demişti.
Yıllardır kime benzediklerine, bir türlü karar veremeyenler; bu milletin değer
yargılarını yok etmek için durmadan çalıştılar. İnsanlarımızı, insan yapan
değerlerimizin önemini; hep küçümsediler ve hep gözden uzak tutmayı başardılar.
İnsanı, insan olmaktan çıkaran değerleri, hep gündemde tutmanın gayret içinde
oldular. TV. Dizileriyle, Tele- Vole kültürüyle çocuklarımızın büyümesine çalıştılar. Ve
başardılar. Çalışmaya da devam ediyorlar.
Artık yetişen meyveleri hep birlikte görüyoruz.
İnsani değerlerin hüküm sürmediği bir toplumda, kendilerini ne kadar korurlarsa
korusunlar, hiç kimse rahat ve huzur içinde yaşayama. Çünkü sokaklarımızı bataklık
haline getirdiler. “Çamurlu yollarda yürüyenlerin ceketleri olmasa da, paçaları
mutlaka, çamur olacaktır.
“Kalp paraların geçerli olduğu bir piyasada, hiç kimse altın parayla alış veriş
yapamaz.”
Bunu asla unutmamalıyız.
Ve acil olarak; Milli Eğitim Müfredatını; milli olarak yeniden yapılandırmalıyız.
İbadet hanelerimizi; İslam ın irfanını insanlarımıza verecek; metot ve teknikle
çalışacak hale getirmeliyiz. Yeniden düzenlemeliyiz.