Kıyâmet, an be an, gün be gün yaklaşmakta…Her gün, yerin altının üstünden daha hayırlı olduğunu dillendirip duruyoruz…
Kıyâmet, an be an, gün be gün yaklaşmakta…
Her gün, yerin altının üstünden daha hayırlı olduğunu dillendirip duruyoruz…
Mesele, “ekonomik buhranlar” filan değil…
Ekonomi ile birlikte insan hayatının idamesini sağlayan her şeyin, insan eliyle “buhrâna” dönüştüğü dünya mesele…
Bizler bugün ailesini, aile hayatını kaybetme korkusuyla karşı karşıyayız.
Bizler bugün ahlâk ve mâneviyâtımızı yitirme tehdidiyle karşı karşıyayız.
Bizi biz yapan bütün değerlerimiz tel tel kopuyor…
Kadınlarımız, kızlarımız ısrarla ve inatla ne pahasına olursa olsun “dışarı hayata” özendiriliyor, teşvik ediliyor…
Evlerimiz ıssız, evlerimiz sessiz… Gece kaldığımız, sabah ayrıldığımız otel gibi…
Aile bağlarının yok edildiği, aile fertlerinin birbirine küstüğü ya da küs gibi yaşadığı, ebeveyn değerlerinin ayaklar altına alındığı, sanal ve dijital ortamlarda kalabalıklarla iletişim halinde olurken, realitede, hakikatte yalnızlık ve kimsesizliklerin yaşandığı evlerimiz…
Herkes, büyük bir azim ve gayretle yükselmenin, zengin olmanın, daha çok tüketmenin derdine ve gayretine düşmüş…
İhtiras rüzgârları dalga dalga her sineyi yokluyor…
Bu koşuşturma hengâmesi içerisinde “ânımızı, kendimizi, hissiyâtımızı, benliğimizi, şahsiyetimizi” kaybediyoruz…
Artık tevâzu, kanaat, sabır, iktisat, ihlâs, samimiyet gibi değerler “masal” hükmünde kalıyor…
Bizler, dinimizi/inancımızı kaybediyoruz!
İnancımız şüphelere, ibadetlerimiz şekilciliğe, fikirlerimiz samimiyetsizliğe, eylemlerimiz riyakârlığa dönüşüyor, kalplerimiz nasırlaşıyor…
Artık proflarımızın rehberliğinde Rasûlullah ve ashâbının yaşadığı hayata “tarihsel” olarak bakıyoruz…
Sahabe hayatını, geçmişte yaşanmış kalmış bir “arap örfü” olarak görüyor, öyle düşünmeye, inanmaya başlıyoruz…
Daha da ileri giderek cahil cesaretimiz / cür’etimiz sayesinde Allâh’ımızın indirdiği Kitâb’ı, “tarihsel” ve “modern” aklımızla anlamaya, ayıklamaya ve açıklamaya başlıyoruz!
“Falanca âyet bana hitap etmiyor”, “filan hükümler günümüz ihtiyacını karşılamaya yetmiyor”, “Rabbimizin bunu söylediğini, böyle söylediğini zannetmiyorum” gibi, nâkıs akıllarımızla yepyeni (!) ve mükemmel (!) çözümler üretme yoluna gidiyoruz!
Dünyanın bir avuç zengini, bütün dünyayı iliklerine kadar sömürme planlarına her gün bir yenisini eklerken bir türlü doymak bilmiyor, zengin daha zengin, fakir daha fakir olmaya devam ediyor…
Dünyanın her coğrafyasında çocuklar, kadınlar, yaşlılar, fâkirler horlanıyor, dışlanıyor, eziliyor, sömürülüyor…
Ezilmişler üzerinde zalimlerin bitmek tükenmek bilmeyen işkence ve baskıları eski câhiliyye devrini aratmıyor…
“Dünyada zulmeden her insan, şâyet yeryüzünde ne var ne yok bütünüyle kendisinin olsa, canını azaptan kurtarmak için hepsini kesinlikle fedâ eder. O gün azabı görünce korkudan dilleri tutulur ve için için büyük bir pişmanlık duyarlar. O gün insanların arasında tam bir adâletle hükmedilir ve kimseye en küçük bir haksızlık yapılmaz.”(Yûnus; 10/54)
“Modern câhiliyye” hükmünü bütün kollarıyla, kanallarıyla ve kurallarıyla sürdürüyor…
Yeryüzü feryât ediyor, kandan kavgadan, zulümden, ihanetten, kirlilikten, kirletilmekten…
Gökyüzü kurak, yeryüzü çorak mı çorak…
Toprak, hava, su… Bozuldu hep insan eliyle, tıpkı insan gibi…
Diyoruz ya “dünyanın çivisi çıkmış” diye…
Konuşurken hiç üzerimize de alınmıyoruz, sanki hep başkaları suçluymuş gibi.
“Biz insanın önceden yapıp ettiklerine bakacağı, inkârcının da, “Keşke toprak olsaydım!” diyerek dövüneceği gün gerçekleşecek olan yakın bir azaba karşı sizi uyardık.”(Nebe’; 78/40)
Hâllerimiz hayra alâmet değil. Bir çıkış yolu, bir kurtuluş umudu, bir diriliş gayreti, bir kıyam izzeti ver bizlere Rabbimiz !...
Şeref İŞLEYEN
28.06.2024 Cuma